Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen
Bir çift el hissettim
omuzlarımda. Silkeleniyordum. Kendine gelmek ne diye sorarlarsa bundan sonra;
işte o ânı anlatacaktım artık adım gibi biliyordum. Pişmanlıkla karışmış sinir
nöbeti yerini kuytu bir sakinliğe bırakıyordu. Daha önce hiç duymadığım kokular
geliyordu burnuma. Kulaklarımda sadece onun sesi yankılanıyordu. Gözlerimi açtığımda
artık emin olmuştum yanımda olduğuna. Oysa o kadar inanmıştım ki gittiğine, o kadar
kapılmıştım ki yokluğuna.. Kendime gelmenin onun gelmesiyle eş değer olduğunu,
işte ilk kez o zaman öğrenmiştim. Ama pişmanlıklarım vardı geçmişten getirdiğim.
Türlü yalanlar vardı gözlerinin içine bakamadan söylediğim. Yokluğunda bir hayli kirlenmişti ellerim. Kirletmiştim
geçmişine bakarak gözlerimi. Anlatmak istiyordum aslında, “sen gidince” diyordum,
“sen gittiğinde..” Olmuyordu. Susmak ilk defa bu kadar zordu. Susmak, ilk defa
bu kadar zor..
Anlatılmayan ne varsa
anlıyordu sanki. Kalbimin her nefeste pişmanlığı vuruşunu seziyordu. Susmanın zamanını
sanki en iyi o biliyordu. Susmak zamanıydı ve yine en iyi o susuyordu. Dizlerinin
üzerine çöktü gözlerime dik dik bakarak. ”Gitmedim! Gitmiyorum!” dedi ağlayarak. O ân ki hislerimi sorsalardı
bana.. Yanardağlar, derdim, patlıyordu. Çınarlar sökülüyordu içimden. Sehpalar devriliyordu.
Kuşlarımdan vuruluyordum, peşi sıra serçe kuşlarım ölüyordu. O, ağlıyordu..
Çünkü; ağlıyordu.
Onu kaybetmenin
korkusu, yokluğunun avuntularının üstesinden gelmişti. Tek başına bütün
tesellilere yetmişti. Bilsin istiyordum.. Bilsin, çocuklar misali korktuğumu
yokluğunda. Sokak lambaları gibi kimsesizliğimi. Kanadı olmayan kuşlar gibi
çaresizliğimi. Bilsin de gitmesin istiyordum. Bilsin de bitmesin.
Sanki biliyordu. Ben susuyordum,
o duyuyordu.
“Unut” dedi usulca, “yaşanmadı
hiçbir şey, ben gitmedim nasılsa..”
Bir şiir
mırıldanıyordu, bir şiirde üç mısra..
Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen