27 Ağustos 2016 Cumartesi

elbette sen






Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen



Bir çift el hissettim omuzlarımda. Silkeleniyordum. Kendine gelmek ne diye sorarlarsa bundan sonra; işte o ânı anlatacaktım artık adım gibi biliyordum. Pişmanlıkla karışmış sinir nöbeti yerini kuytu bir sakinliğe bırakıyordu. Daha önce hiç duymadığım kokular geliyordu burnuma. Kulaklarımda sadece onun sesi yankılanıyordu. Gözlerimi açtığımda artık emin olmuştum yanımda olduğuna. Oysa o kadar inanmıştım ki gittiğine, o kadar kapılmıştım ki yokluğuna.. Kendime gelmenin onun gelmesiyle eş değer olduğunu, işte ilk kez o zaman öğrenmiştim. Ama pişmanlıklarım vardı geçmişten getirdiğim. Türlü yalanlar vardı gözlerinin içine bakamadan söylediğim.  Yokluğunda bir hayli kirlenmişti ellerim. Kirletmiştim geçmişine bakarak gözlerimi. Anlatmak istiyordum aslında, “sen gidince” diyordum, “sen gittiğinde..” Olmuyordu. Susmak ilk defa bu kadar zordu. Susmak, ilk defa bu kadar zor..


Anlatılmayan ne varsa anlıyordu sanki. Kalbimin her nefeste pişmanlığı vuruşunu seziyordu. Susmanın zamanını sanki en iyi o biliyordu. Susmak zamanıydı ve yine en iyi o susuyordu. Dizlerinin üzerine çöktü gözlerime dik dik bakarak. ”Gitmedim! Gitmiyorum!”  dedi ağlayarak. O ân ki hislerimi sorsalardı bana.. Yanardağlar, derdim, patlıyordu. Çınarlar sökülüyordu içimden. Sehpalar devriliyordu. Kuşlarımdan vuruluyordum, peşi sıra serçe kuşlarım ölüyordu. O, ağlıyordu..

Çünkü;  ağlıyordu.

Onu kaybetmenin korkusu, yokluğunun avuntularının üstesinden gelmişti. Tek başına bütün tesellilere yetmişti. Bilsin istiyordum.. Bilsin, çocuklar misali korktuğumu yokluğunda. Sokak lambaları gibi kimsesizliğimi. Kanadı olmayan kuşlar gibi çaresizliğimi. Bilsin de gitmesin istiyordum. Bilsin de bitmesin.
Sanki biliyordu. Ben susuyordum, o duyuyordu.



“Unut” dedi usulca, “yaşanmadı hiçbir şey, ben gitmedim nasılsa..”
Bir şiir mırıldanıyordu, bir şiirde üç mısra..


Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen