19 Aralık 2016 Pazartesi

Mektup




Şimdi bir mektup yazayım dedim sana. Hem öncekiler gibi olsun, hem sonrakiler gibi, hem de hiçbirine benzemesin.
Ben bir mektup yazayım şimdi. Benim yazdığım hiçbir şey olmasın içinde. Ama en çok da benim tarafımdan yazılsın. Hani içimden gelsin, göğsümün içinden, hafifçe soluma yakın bir yerden.
Bir mektup yazayım ki anlatsın ne varsa.
Gün yüzüne ne çıkacaksa çıksın.



*



En çok da beni anlatsın.
En çok da sen anla.
Ama ben yazmayım bu mektubu
Ama sen okuma.




11 Aralık 2016 Pazar

Öz'deyiş





Ben galiba gençliğimin tüm simitlerini seninle paylaştım. Galiba otobüs parası bulamadığım her yolu seninle yürüdüm. Kendi yokluğumda hep seni de var ettim galiba. Babamdan korkunca sana sığındığım bile oldu. Bize ne olduysa güzel oldu. Başımıza ne geldiyse hep güzel geldi. Ben hep böyle hatırladım seni..

Böyle kal.






25 Kasım 2016 Cuma

Lacivert İstasyon






80li yıllardan biriydi sanırım. Mecburi tren yolculuklarının birinde tanışmıştı onunla. Türlü tesadüflerin sonucu degildi bu tanışıklık. Birkaç kez çarpışmamışlardı mesela. Aynı köşeleri aynı anda dönmemişlerdi. Geçmişte yolları hiç kesişmemişti.


Ankara Garı'ndan hareketli alelade bir trendi. Güneş ışıklarının yarı çekilmiş perdenin ardından sızdığı; tozlu, paslı bir vagondu. "Biraz önce inen yolcular taze simit yemiş olmalılar." diye geçirdi aklından. Susamlar dökülmüş, pas kokusunu bastıran taze simit kokusu tüm vagonu sarmıştı. Aç olduğunu hissetti. En son ne yediğini hatırlamak istedi, sonra vazgeçti. Saatine baktı. 8.15'i gösteriyordu.

Bir defter almıştı yanına, bir kalem ve bir de tren bileti. Saatini saymaz isek bunlardan ibaretti valizi. Gitmekle kalmanın son bulmayacağını elbet biliyordu. Pencereden, yağan karı izledi biraz. Trene binmişti ve düşüncelerinden kaçıyordu. Uzaklaştıkça düşünmeyeceğini, yanına almayınca hiçbir şeyi götürmeyeceğini sanıyordu. Yanılmak, ne acı gerçekti. Henüz bilmiyordu.

*

Lapa lapa yağan karın pencerede eriyor olmasına hüzünlendi biraz. Kar tanesinin orada kalmadığını buna rağmen yok olmanın fiziksel olmadığını düşündü. O esnada kompartımanın kapısı büyük bir gıcırtıyla aralandı. İçeri dolan soğuk rüzgar, ıslak ayaklarına değdiğinde anladı kapının açıldığını. İşte ilk kez o zaman görmüştü onu. Eldivenini çıkarıp elini uzattığında tanışmışlardı ilk defa. Elinin sıcaklığı, derin bakışlarıyla bütünleşince bıçak gibi kesmişti zehirli düşüncelerini. Güneşin sert ışıkları gözünü alıyordu. Yüzünü çok net seçemiyordu fakat sesini çok iyi duyuyordu.

Bu trene binmesinin, bu anı yaşamakla eşdeğer oluşunu; kader denilen ilahi yönün onu bambaşka bir yola koyuşunu yıllar sonra anlayacaktı.

-

Güneş ışığı tüm kompartımana dolmuştu. Taze simit kokusu ortadan kaybolmuştu. Uzaklardan çocuk sesleri geliyordu. Tren, heybetli bir gürültüyle karlı raylar üstünde hiç bilinmeyen bir yere gidiyordu.



(devamı gelecek.)




4 Kasım 2016 Cuma

Göğsümdeki Kuşlar






Yolunda giden şeyler ülkesinde yaşarım ben. Yolunda gitmeyen ne varsa sürgün ederim ülkemden. Bulut lekesi bulunmaz gökyüzümde, kuşlar dolup taşar şehirlerimden.

Türlü bahanelere tutunmam ben ve o bahanelerle tutulmam. Denize kıyısı olmayan şehirlerde oldum olası bulunmam. Sakindir kıyılarım zira alabildiğince mavidir denizler..

Çünkülerle bitirmem cümleleri ben çünkülerle başlarım. Kaçar misali giden olursa içimden, koşmam peşinden yavaşlarım.


*


Her sabah yeni bir kokuya uyanırım.
Her sabah yeniden dokunurum saksıdaki çiçeğe.
Serçe kuşlarım içimde uçar benim.
Gökyüzüm, görebildiği kadar gözlerimin.


Al kağıdı kalemi yaz dersen
Aç ağzını yum gözünü dersen
Geç karşısına aynanın
Uçsun dersen kuşların..

*

Gökteki kuşlara imrenir göğsümdeki kuşlar, yırtarım göğsümü de kanatlanıp uçmazlar. Serçe kuşlarım vefalıdır benim, doğdum doğalı göğsümde beslerim..






13 Ekim 2016 Perşembe

Ah İstanbul, içimin oyuğu İstanbul.






Şiir yazalım mı? İstanbul'dan bahsedelim. O malum sızılara değinelim. Ah diyelim, çekidüzen vermeyip evirip çevirelim içimizi. Gecenin bir kuytusunda dinleyelim sessizliği. Parlasın kaldırım taşları, soluk soluğa kalsın şarkılar. Ah ulan Ankara, içimin soğuğu Ankara..




*


Bizim de özlemek gibi hislerimiz var birader, iki çay söyleyelim. Az biraz tütün, derdin tasası çekilmez bütün. Aşığız bilader biz de. Bizde de İstanbul kalabalık. Bizde de sevilmez yalnızlık. Ah İstanbul, içimin oyuğu İstanbul.





5 Ekim 2016 Çarşamba

Yolunu Kaybedenler Durağı






Yolunu kaybedenler durağı gibiyim ibrahim.
Kim yolunu kaybettiyse soluğu/nu bende/n alıyor.




30 Eylül 2016 Cuma

bambaşka







biraz yangın,
biraz ağrı,
bir sen var içimde.
boğucu,
öfkeli,
öldürmeyen bir hastalık gibi..



bir babamı bilirim senden derin.
senin ağrın başka, 
bambaşka.






25 Eylül 2016 Pazar

Neyin şerefine?





Kalkıp gitsek seninle. Adını, yerini, mevsimini hiç bilmediğimiz bir yere. Otursak sahilde elimizde bir kaç şişe, içinde ne olursa. İnsanların sesleri çok uzaklardan duyulsa. Sadece 'yaşıyoruz' der gibi. Dalgası vursa ayaklarımıza denizin. Bazen sert, kimi zaman serin. Bir sessizlik alsa bizi koynuna, bir huzur. Ayın denizde titreyen ışığı aydınlatsa bizi. Hafiften bir ruzgar, sıcak sayılan kumlar. "Neyin şerefine?" diye sorsam sana açarken şişeyi. Gülümsesen yüzüme "çok küfür biliyorum da etmeyeceğim lan!" der gibi. 


Eskiden konuşmasak hiç, yarından bahsetmesek, bugünü anmasak, soru sormasak, cümle kurmasak. Hatta birbirimizi bile tanımasak. Sen sussan uzun uzun, ben sussam olabildiğince. Mümkünse bir kaç saat daha uzun sürsün o gece. Dinleyecek çok şeyimiz var içlerimizde. Kalkıp gitmediğimiz şehirlerimiz var, tutup kolundan "seviyorum ulan!" diyemediklerimiz. Etmediğimiz küfürlerimiz var, okkalıca atmadığımız tokatlar. Ağlamalarımız var içimizde tuttuğumuz. Kahkahalarımız var günü daha gelmemiş. Adımız var. Biz varız ulan. Bu simsiyah denize karşı biz varız. Sırtımızı dayamışız yokluğa, meyyalimiz hep olmazlara. Yok saysalar da varız. Sevmeseler de gitseler de varız. Sustuğumuz kadar, arta kaldığımız kadar varız. Biz de biliyoruz ezbere şiirler. Biz de okuyoruz o malum kitapları. Siz giderken biz dönüyoruz o sokakları. Sonra bir akşamüstü oturup kalıyoruz bir bankta. Derleyip toplamakta zorlanıyoruz içimizi. Karışmıyoruz etliye, sütlüye. Sevmedi diye hesap sormuyoruz kimseye. Derdimiz bizimle bizim. Bak biraz önce denize attığım boş şişede. 


Sen sus da ben dinleyeyim. Sen sus da ben öğreneyim. 

Yeni bir şişe açıyorum. Neyin şerefine? Neyin?











Bazı İnsanlar ile Ben





Bazı insanlar vardır konuşarak tastamam anlatırlar hislerini. Bazıları susarlar avaz avaz. Bazıları ağlarlar. Bense yazarım. Okunmayacağını bildiğim halde çok şey vardır yazdığım. Bir köşede ağlamaktan yazarım bazen. Bazen uçurtma uçuramamaktan. Bazen tutamadığım balıklardan yazarım. Bazen babamı yazarım. Bazen olmayışını, sözünde hiç durmayışını. Elbet, elbet yazarım.


Bir sokağın başından başlarım yazmaya. Karanlığından, rüzgarının ayazından, mevsimin kara kışından yazarım. Türlü türlü dertlerden sıyrıldıkça yazarım. Saat altıyı vurduğunda, henüz sabah olduğunda, sokak lambaları hala yanarken; tütünde duman usulca tüterken yazarım. Hangi şehrin hangi sokağıysa, hangi acının hangi son soluğuysa, hangi mevsimin en soğuğuysa yazarım. Ben, elbet yazarım.

*

Anlasınlar isterim okudukça. Her satırda anlasınlar. Her satır başında bana rastlasınlar isterim. Sokakları gibi olsunlar İstanbul'un. Balık ekmek olsunlar Eminönü'nde. Rakı olsunlar buğulu şişede. Arayıp bulsunlar da Kadıköy'de benimle yeniden doğsunlar isterim. Ben mi? Beklerim elbet.

Şairlerin dilini anlayalı çok oldu. Başıbozukluğu bundan sebep yazdıklarımın. Terazisi bozuk aşklar da bundandır ya hep. Ah Süreya, ah Attila. Nasıl da rastlaşmadık sizinle aklım almıyor hala.

*

Sorarsan bana acıdan mı yazarsın diye hep. Önce bir duraklarım, sonra yeniden yazarım elbet. Sen anlatsana biraz mesela bana kuşlardan bahset. Hani beyaz üzerine sarı, hani kuzgun, hani martı. Açtım-mı rüzgara karşı kanatları.. Bak buna yazılır işte. Hani yazarım dedim ya sana. Yazarken de sustuğum olur. Kimi zaman ah der susarım. Kimi zaman iz der susarım. İzi ve ahı olan, izahı olmayanlarda.. Ben mi? Susarım elbet.










23 Eylül 2016 Cuma

Esaslı Meseleler






Yazmak başından beri esaslı mesele. Olmuyor öyle hemen kağıdı kalemi almakla eline. Şimdi ben sana neyi anlatayım bilmiyorum. Ya da neyi anlatmayım? Neresinden tutup da çevireyim cümleleri nasıl devireyim bilmiyorum. En sevdiğim şairden mi konu açsam acaba? Ya da az önce geçtiğim sokaktan mı bahsetmeliyim sana? Bakkal veli amcaya getirsem mi lafı, hani sokağın başındaki hani kır saçlı? Ben sana sevdiğim şehirleri anlatsam ister misin? Mırıldansam dinler misin sevdiğim şarkıları? Otursak seninle bir sahil kasabasında, uzaklardan kuşlar havalansa, kanat seslerini duyunca sevinsek inceden gülümseyerek. İki çay söylesek, biri demli biri açık. Sevdiğim renkleri sıralasam. Ha unutmadan sevdiğim yemekleri. Domatesli, aci biberli.


Ya da en iyisi sorsam ben sana. Uçurtma uçurdun mu mesela? Koştun mu ciğerlerin yanana kadar? Büyüdün degil mi sen de, içim çocuk desen neye yarar? Gazoz içmeyi sever misin? Benden olsun bu kez. Gel, otur. Kıralım iki lafın belini başka türlü azalır mı dertlerin bütünü. Çocukluğumdan bahsedecegim sana. Tamamdır karar kıldım sonunda.


Genzime kaçan leblebi tozunu anımsadım birden. Yokuş aşağı giderken kırılan bisikletimi, kanayan dizlerimi, babamın bıçak misali sözlerini. Ne zaman çocukluğum gelse aklıma terazisi bozuk bir şair çıkar içimden. Neyi nereye koyacağını bilmeyen. O malum şiiri bir türlü bitiremeyen. Sonra küfürlerini duyarım babamın. Katran karası küfürlerini. Kaçmak isterim kendimden. Korkularımdan, yüzleşmekten, en çok da yenilmekten kaçmak isterim. Türlü türlü gecelerin, hep güzel sabahları olsun isterim.


Çocuktum ya hep hayal kurardım işte. Güneş olurdum bazen gecelerden korktuğum için. Şiir olurdum bazen küfürlere doyduğum icin. Bisiklet olurdum. Gemi olurdum. Kuş olurdum. Kendimden kaçmak icin kendimden başka ne varsa o olurdum işte. Susmak çare değildi de konuşmazdım pek de. E bilmiyorduk büyümeyi. Gün olur devran döner derlerdi. Gün oldu da devran pek dönmedi. Çile çektikçe bitmedi. Ben şimdi ne yazayım sana. Ucu-bucağı yok anlasana.


Birgün kayısı ağacına tırmanmıştık Fatma teyzeye inat. Bal gibi kayısı kokmuştu ellerim. Çok beddua ederdi Fatma teyze. Ama tutmazdı hiç nedense. Kağan'ın babası bisiklet aldı birgün. İki tur istedik vermedi. Bir topum vardı, kırmızı. Kestiler, sustum. Babam küfür etti her akşam sustum. Çocuktum ulan çocuktum.


Neyse. Ben sana en sevdigim şehirleri anlatayım mı ne dersin?




16 Eylül 2016 Cuma

Son Cümle





O gün bütün güzelliğini alıp gelmişti gülüşlerin yine...O güzel ağzın her hareketinde başkasını sevdiğini söylüyordu bana...Duymamaya çalıştım defalarca. İnatla inandırmaya çalıştım kendimi şaka yaptığına.. Oysa o gün o kafede seni sevdiğimi söyleyecektim aslında sana.. Kalbime bir türlü söz geçiremediğimi söyleyecektim..Sensizliğin yaptığı işkenceleri, hayallerinin uykumu çalışlarını gecelerimde.. O gün o kafede sımsıkı sarılacaktım sana. Önce titreyecektim biraz kızaracaktım da.. Kızmayacağını bilerek kızmandan korkacaktım. Dinleyip bakacaktın gözlerime.. En güzel yerinden bir parça gülüşünü verecektin tatlı niyetine.. İçtiğim en güzel çay olacaktı bardağımda duran çay.. Ama sen başkasını sevdiğini söylüyordun. O gün o kafede kaybettim senin için sakladığım son umudumu.. Öyle bir sızı yerleşti ki yüreğime.. Ve ben o gün o adını bilmediğim kafede söyleyemedim seni sevdiğimi.. Ben ki kaç kere deneyip yapamamıştım bunu.. Şimdi sana sorsam sen olsan benim yerimde?..




Sen mutluydun sevdiğini söylerken, hep öyle gülsün o bakmaya kıyamadığım gözlerin..  Nasibimi almıştım hayattan.. Senin için kurduğum son cümleydi o gün ÇEKİLİYORUM BU AŞKTAN..







Mart, 2010



 ( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07










attila ilhan-dan bi-şiir







Yangınlar yaraladı ruhumu,

Çok acılar biriktirdim,

Ama bu sitem sanadır

Aklımı firara vermişim zaten,
öyle bir küsüp gidişin vardı ki..
Umarsız.. Vefasız.. İnsafsız!
Sen şimdi gülüp eğlenmekte
mutlu bir bayramdasın nasıl olsa..
Hani her bende sen vardın da,
meğer hiçbir sende ben yokmuşum ya,
işte öyle bir şey...

Bende de biten... sevdanın son elvedasıdır bu satırlar..

Her bitiş yeni bir şiire gebe..

Nerden baksan kocaman bir hüzün bulutu,
nerden baksan yabancılık...
Nasıl yorumlarsan yorumla,
her dilde aynı sızıyı hatırlatır yalnızlık,
ve evlat acısı kadar koyar insana
‘aşkım’ sözcüğünden ayrılmak!


Neyse..




Nisan, 2010



 ( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07




YOK






Hiçbir şey yazasım yok bugün..
Yas tutasım da yok gidenin ardından, aslında hiç gelmemiş olmasını farketmeme üzülesim de yok..
Zararın neresinden dönersen kârdır diye kurtardığım kalbimin yeniden emeklemeye başlamasının sevinci de yok üzerimde..
Aşk yaftasını yapıştırarak bir hiçliğe bu kadar bağlandığıma şaşırasım da yok..
Ne başın sağolsun diyesim var kendime ne de canın sağolsun..
Mutlu değilim ama eskisi gibi ağrılarımda yok..
Sessiz ve acıtmadan yontuyorum kalbimdeki umutları..
İçinde O olmayanlar yeter diyorum..
Yükünü hafifletiyorum kalbimin, kendi yükümü hafifletiyorum kalbimle..
Derin nefesler alıp veriyorum..
Unutuyorum ben..
Evet, evet sonunda unutuyorum..
Hiçbir şey de yazasım yok diyorum yazarken..
Hani acır ama yiğitliğine zeval gelmesin diye yapma yapma gülümsersin ya, tam da öyle yontup attıklarımdan geriye kalanlar..
Aslında cok şey yazasım var ama yok diyorum..

*

Umut ve unut , bir harfle ayrılan iki kelime nasıl bu kadar bağlıyken birbirine ayrılık yüklüler anlamlarında?..
Soruyu sordum ama yazacak bir cevabım yok..








Mart, 2010



 ( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07





Bİ HAYAT







Bir hastane odasından
Tesadüfen tutundum hayata
Farkında değildim hiçbir şeyin
Şaşkın küçük ve güçsüzdü bedenim
Ağlamayı öğrenmeden kabullendim
Düşlerim oldu


Yürüdüm, düştüm


Çocukluk geçerken az önce çocuktum.
Genç olurken çocuk olduğumu öğrendim.
Arkamdaki çocuğa bakarken önümdeki genci göremedim.
Çok aceleye geldim.
Sonra genç oldum,
Karanlık bir sokakta vurdular beni
Cesedimi yağmur delik deşik ederken
Bir tek O vardı yanımda,
Hiç sevemediğim O küçük çocuk.
Ben öldüm,
O da öldü…
Yağmur bizi sessizce gömdü…






Mart, 2010







( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07

2 Eylül 2016 Cuma

sen kal ölene kadar






şiir gibiydi, diye geçirirdi aklından. sanki kendini bildi bileli ezberindeydi. mıh gibi derlerdi ya hani, işte tam da öyleydi. özenle seçilmişti sanki. gözleri.. ulu orta anlatılmazdı. uzun uzadıya bakılmaz, bakmadan da durulmazdı. 


şiir gibi, diyordu onu soran olursa. saçlarına getirmezdi hiç lafı. bilirdi çünkü. saçlarını anlatsa şiirlere sığmazdı. gönlü kırılsın istemezdi şairlerin. tüm şiirleri denedi onu anlatabilmek için. tüm şiirler eksik kaldı. üzülecekti şairler, onu içinde saklamasaydı.


ellerini.. biraz başka severdi ellerini. devirin, derdi. devirin bütün şiirleri yeniden yazalım. anası olalım tüm şairlerin. hepsini yeniden doğuralım. kuşları yeniden bırakalım göğe. göğe bakmayı ilk biz bulalım. ellerini, başka türlü nasıl anlatayım.


kulaklarına değdiğinde sesi. susardı sevilen tüm şarkılar. kim, hangi şarkıyı sevdiyse; hangi kuş hangi tınıyla öttüyse, susardı işte.. serçe kuşları havalanırdı uzaklardan, duyulurdu kanat sesleri. bir dalga vururdu kıyıya. bir bebek yutkunurdu. anlatamazdı. ne söylese eksik olurdu.


bir gülüşü vardı ki. iç çektirirdi derinden. size ne! derdi, kalkardı yerinden. kıskanmak dedikleri zerresi etmezdi hislerinin. müptelası olmuştu yazılmamış şiirlerin. sonbaharı gibiydi İstanbul'un, kışı gibiydi Ankara'nın. aklını alıyordu yanında oluşu. aklı durmadan karışıyordu. ah, diyordu. yanındayken özlemek de ne oluyordu. 


kokusunu getirmeyen rüzgarlara dönmüyordu yüzünü. rüzgara ulan! küser miydi insan. küsüyordu. her nefeste onu çekiyordu içine. boynunda bir yer vardı bir tek o biliyordu. yüzünde bir gamze, bir tek o görüyordu. türlü şehirlerin, türlü türlü sokakları hep ona çıkıyordu. mumlarda o yanıyordu. şaraplarda o akıyordu. her renk ona benziyordu. her saat onda duruyordu.



soran olursa susuyordu. gittikçe susuyor. kaldıkça susuyor. içtikçe susuyordu.








"Tuna Velibaşoğlu - Sen Kal Ölene Kadar"
 parçası çalınıyor.








27 Ağustos 2016 Cumartesi

elbette sen






Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen



Bir çift el hissettim omuzlarımda. Silkeleniyordum. Kendine gelmek ne diye sorarlarsa bundan sonra; işte o ânı anlatacaktım artık adım gibi biliyordum. Pişmanlıkla karışmış sinir nöbeti yerini kuytu bir sakinliğe bırakıyordu. Daha önce hiç duymadığım kokular geliyordu burnuma. Kulaklarımda sadece onun sesi yankılanıyordu. Gözlerimi açtığımda artık emin olmuştum yanımda olduğuna. Oysa o kadar inanmıştım ki gittiğine, o kadar kapılmıştım ki yokluğuna.. Kendime gelmenin onun gelmesiyle eş değer olduğunu, işte ilk kez o zaman öğrenmiştim. Ama pişmanlıklarım vardı geçmişten getirdiğim. Türlü yalanlar vardı gözlerinin içine bakamadan söylediğim.  Yokluğunda bir hayli kirlenmişti ellerim. Kirletmiştim geçmişine bakarak gözlerimi. Anlatmak istiyordum aslında, “sen gidince” diyordum, “sen gittiğinde..” Olmuyordu. Susmak ilk defa bu kadar zordu. Susmak, ilk defa bu kadar zor..


Anlatılmayan ne varsa anlıyordu sanki. Kalbimin her nefeste pişmanlığı vuruşunu seziyordu. Susmanın zamanını sanki en iyi o biliyordu. Susmak zamanıydı ve yine en iyi o susuyordu. Dizlerinin üzerine çöktü gözlerime dik dik bakarak. ”Gitmedim! Gitmiyorum!”  dedi ağlayarak. O ân ki hislerimi sorsalardı bana.. Yanardağlar, derdim, patlıyordu. Çınarlar sökülüyordu içimden. Sehpalar devriliyordu. Kuşlarımdan vuruluyordum, peşi sıra serçe kuşlarım ölüyordu. O, ağlıyordu..

Çünkü;  ağlıyordu.

Onu kaybetmenin korkusu, yokluğunun avuntularının üstesinden gelmişti. Tek başına bütün tesellilere yetmişti. Bilsin istiyordum.. Bilsin, çocuklar misali korktuğumu yokluğunda. Sokak lambaları gibi kimsesizliğimi. Kanadı olmayan kuşlar gibi çaresizliğimi. Bilsin de gitmesin istiyordum. Bilsin de bitmesin.
Sanki biliyordu. Ben susuyordum, o duyuyordu.



“Unut” dedi usulca, “yaşanmadı hiçbir şey, ben gitmedim nasılsa..”
Bir şiir mırıldanıyordu, bir şiirde üç mısra..


Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen







31 Temmuz 2016 Pazar

sana lüzum olmayaydı





Baba!
anlatsana nasıl bu kadar yorgun olduğumu, 
anlatsana neden bu kadar dik durduğumu..
bağzı gecelerin yıllarca nasıl sürdüğünü anlatsana onlara.


anlatsana nasıl da korkak olduğumu,
sen öksürünce dâhi korktuğumu,
saklandığım kapıların ardını,
attığın sokakların adını,
vurduğun tokatların tadını anlatsana..

baba susmasana!

anlatsana korkunca gözlerimi sımsıkı kapayışımı,
küçücük ellerimle küçücük yüzümü kollayışımı,
dizlerimin üzerine çöküp de sen gidince ağlayışımı,
anlatsana baba..


hâlâ içimde yankılanan seslerini,
hâlâ oyuncaklara giden ellerimi anlatsana,
anlatsana hâlâ ağlarken kendimi gizleyişimi.
kalbime taktığın çengel iğnelerini her ân hissedişimi anlatsana!


*

en çok da şeyi anlatsana baba..
hani koşup bacağına sarılınca
ensemden tutup da silkeleyişini.
o ân, ağlamaya dâhi kalmayan nefesimi.
Anlat be baba.. bilsinler.

“Nasıl bir çocuktun?” diye soruyorlar bana.
sen anlatsana onlara.



Baba! Susmasana.






29 Temmuz 2016 Cuma

bitti kitap






Gel hadi gidelim,
Hani o adını şiirlerde duyduğumuz şehirlere

Hadi gel


Hani trenlere binmek isterdin hani vapurlara
Yolcu olalım derdin, yol neresi olursa
Hadi gel
Tadı kalmadı şarabın
Bitti kitap
Gidelim


*

Güneş önümüzde doğsun
Ardımızı görmeyelim.
Döneriz sansınlar

Biz hiç dönmeyelim.



19 Temmuz 2016 Salı

Tütün ve Şarap






"Öyle bir aşk ki.." dedi. "Şairleri öldürür, şiirleri kirletir."
"Tütünü çıkar" dedi. "Şarabı getir!"


Rüzgarın tiz ıslıkları koyu bir ayrılığın habercisiydi sanki. Kahverengi kutusundan çıkarırken tütünü ürperdiğimi hissettim. Şaraplar kadehe dolduğunda, eski tütün usul usul yandığında, bu gecenin yağmurlu kör karanlığında bir ayrılığı daha öğrenecektim. Oysa şarabı çok severdim. Tütün yandıkça her ateş söner derdim. O gece farklıydı, o gece hiç hiçbir şey yolunda gitmedi ibrahim.

Ah! çekti derinden. Sanki çınarlar sökülüyordu içinden, sehpalar devriliyordu. Bilmiyordum ibrahim, bilmiyordum öfkesi kaç yanardağ ediyordu? O kahrolası öfkesi aşkını boyuna örseliyordu. Dilim dönmedi üç-beş cümleyi devirmeye, elim gitmedi şaraba, ateş aramadım tütüne. Hiçbir şey yerli yerinde değildi o gece. Sanki hep gelip geçtiğimiz yollar bildiğimiz yerlere çıkmıyordu. Sanki defalarca okuduğumuz kitaplar aynı sonla bitmiyordu. Hani bardağın boş tarafı hep boştu ya. Hani doluya koysan almaz da boşa koysan dolmazdı ya. Hani ak akçeler yaramazdı ya kara günlerde hiçbir işe. Bunlardan sebepti işte.
Ah! diyordu. Sonra uzunca susuyordu. Zihninin oyunlarına kanıyordu her zaman. Saklambaç oyunlarının en gözde körebesi oluyordu. En çok kendini ararken en çok kendi kayboluyordu. Aşk mıydı bu?

Ta içindeydi zehir zıkkım gibi. Atsa atamaz çekip vursa yapamazdı.

O gece ilk kez böyle görmüştüm gözlerini. "Ağlat beni!" der gibiydi. "Ağlat ki öfkem boşalsın gözlerimden, ağlat ki geleyim üstesinden!"

Bazı sözleri hançer gibiydi. "Dostum" dedi. "Sen iyi bilirdin aldatılmayı.."

Bilirdim elbet. Bilirdim de anlatılmazdı.
"Bu yaranın melhemi yok!" desem olmaz.
"Öfken hiç dinmeyecek!" desem olmaz.
Kağıt kesiği bir acı, nasıl anlatılır?
Anlatılmaz. Ben sustukça o bağırıyordu avaz avaz.

"Şimdi!" diyordu. "Şimdi olmalıydı Süreya, yazmalıydı bir şiir daha.." Olacak şey değildi ya, olsun istiyordu.


Gözlerindeki acı, şarabın kırmızına yansıyordu.
Bir yudumda aşk, bir yudumda acı.




Şarabın tadı mayhoş,
Biz körkütük sarhoş..





24 Haziran 2016 Cuma

yeniden





yeniden ibrahim
yeniden,
ezbere bildiğim şiirler gibiyim
içimdeki çocuk gibi
beslediğim serçe kuşları gibi



ibrahim
ben
yeniden,
devirdiğim cümleler gibiyim
beklediğim sabahlar
sevdiğim sokaklar
eskimeyen şarkılar gibiyim



ibrahim
bir ben varım yeniden
bir gülüşü
bir de saçlarının omzuna dökülüşü





15 Haziran 2016 Çarşamba

bir not






Ne anlatayım ki var olduğuma bile emin değilim. Benim bir ikiz kardeşim vardı. O kadar birbirimize benzerdik ki.. Boynumuza taktıkları bir kurdeleyle bizi güç bela ayırabilirlerdi. Bir sabah yıkanırken kurdelelerimizi çıkardık. Birimiz boğuldu. Hangimiz olduğu hiçbir zaman anlaşılmadı.








28 Mayıs 2016 Cumartesi

A.




Yeniden yazılsın şiirler. Tüm şairler seni bilsinler, bilsinler de sonra ölsünler isterdim. İstanbul'da göreyim isterdim ilk kez seni. İstiklal'de yürürken bulayım ansızın kendimi. Rüzgarın estiği gibi meyledeyim, Galata'ya düşerse yolum kuşlardan özür dileyim. Az öncesinde Galata'nın, Markiz Pastanesi'ne uğrayayım. Oğuzcan'a rastlayayım isterdim. Tramvayın sesini duyayım sonra uzaktan kesik kesik, gülümseyeyim birazdan geçeceğini hissedip.. İki çay söyleyeyim. Oğuzcan anlatsın da ben o meşhur Ayten'i dinleyeyim isterdim. Bir anda hiddetlensin sonra:
"Ama yağma yok! Ayten'i size bırakmam!" diye haykırsın isterdim. İşte tam da o an; dursun isterdim zaman. Dursun birazdan geçecek olan tramvay, dursun boğazda çığırtkan martılar. Dursun duvar saatleri, sussun o hüzünlü şarkılar..

İşte o cumartesi, ilk kez sen gir isterdim Markiz Pastanesi'nden içeri. Seni ilk kez orada göreyim isterdim Ayten misali. Yeniden akmaya başlasın zaman. Yeniden şiir yazsın Galata'da Attila İlhan. Sakinleşsin de Ümit Yaşar Oğuzcan, seni görsün isterdim. Yeniden alsın seni görünce kalemi eline, yeniden dolsun çaylar, yeniden yansın sigaralar.. Bu ezbere bildiğimiz şiirler en baştan yazılsınlar.


 İsterdim.



Hani seni ilk kez,
Hani seni orada
Bulduğum
Yeniden İstanbullu olduğum
O cumartesi
Bir şiir yazdı
Oğuzcan'ın kalemi.






"A. demeliyim yaşadığım yıllar boyunca
Günlerim A. ile başlayıp A. ile bitmeli
En iyisi bırakmalı M'leri U'ları
Başımı alıp A.ya gitmeli


Uyumalı A.larda, A.larda uyanmalı
Odalarda küçük A.lar, büyük A.lar
En iyisi bir A. olmak kitaplarda
Ve A. demek Z.ye kadar."










                    *Şiirlerin baş harfine, Aylin (Demiray)'e.





3 Mayıs 2016 Salı

istanbul









içimde kımıldanırken İstanbul,
kendime değdim.


geldim.


hangi yollara düştümse,
hangi kıyılara vurdumsa,
hangi kuş olup
hangi gökte uçtumsa,

sana geldim.








21 Nisan 2016 Perşembe

şimdi








Haydi şimdi!
Ümit Yaşar Oğuzcan misali
Ayten sizi de aldatmış gibi
Devirin ulan cümleleri
Devirin ki;
Altta kalanın
Canı çıksın.






aşk, diyorlar.







"Yazdan kalma rüzgarların umarsızca estiği tepelerin birinde, uçmayı bilmeyen bir küçük uçurtma misalisin." diyor üzüm buğusu gibi ağlarken.

"Solunda." diyor. "Kağıt kesiği gibi bir acı.."
Susuyor sonra. Uzun uzun susuyor gözlerime baktığında..

Beni delip geçiyor sanki bakışları. Saydam olmak ne'imiş anlıyorum böyle zamanlar. Yüzüme bakınca ardımın göründüğünü hissediyorum adeta. Gelecekteki günler, henüz yazılmamış şiirler.. Hepsi, dolu dolu gözlerindeler.

O, bana bakınca ardımı;
Ben, ona bakınca kendimi
Görüyorum.

Aşk, bu diyorlar.
Elbet aşk
Biliyorum.






17 Mart 2016 Perşembe

Veda Havası






gel ibrahim. hoşgeldin.

bu gece çok farklı öncekilerden. bu gece ibrahim, vazgeçeceğim verdiğim tüm sözlerden.

otur ibrahim.

hani bir acıdan bahsederdim sana bağzı geceler. hani bir düğüm derdim boğazımda. hani nefes alamazdım da..

evet, evet ibrahim. vakti geldi. kimse bilmez be ibrahim. jilet kesiği bir yaram var. bir ben bilirim acısını, bir de yârâdan anlar.

yıllar oldu ibrahim. geçmiş dedikleri vuku bulmadı hiç. geçip gitmedi. tam geçti dedik de demek yetmedi. buram ibrahim. tam da buram..

bir yer var boynumda bir tek onun bildiği. geceler boyunca korkup da gizlendiği. buram işte ibrahim. tam da buramda yara dediğim.

çok! sevdim diyeceğim de ibrahim. çok demek yetmeyecek bilirim. ellerini düşünürüm bazen, bağzı zamanlar hayaline takılır zihnim. yıllar geçti derim de kokusunu unuttum demeye varmaz dilim. ibrahim. buramda bir yara, şah damarıma ramak kala.

bir masal vardı ibrahim. hani bir tane yumurta.. hani kuğu olurdu masalın sonunda. ne vakit korksa bunu anlatırdım ona. hiç duymamış gibi dinlerdi baştan sona. her şeyi anladım da yokluğunda. bu masal olmadan nasıl da..

O, buramda uyurken(!) dursun isterdim zaman. dursun isterdim de durmazdı ibrahim. her gece kirpiklerini izlerdim. kirpiklerinin, imkanı yoktu rastgele dizilmelerinin. buramda uyandığı bağzı sabahlar, bir başka bakardı sanki gözleri. günaydınlara ibrahim, nasıl da yakışırdı sesi. ah! ibrahim. ah.

Anlat derdin ya hep. çektiğim acının tarifi yok, bundan sebep.

gidişi ibrahim. bir türlü akıl-sır erdiremediğim. bir türlü gitti, bitti diyemediğim. gidişi ibrahim, dönecek sanıp da her gece beklediğim.

ah ibrahim. nicesi boşa emeklerin. nicesi boşuna sevmelerin. kimse bilmez de ibrahim,  çok sevdim, yârâdan şahidim benim.


bakma gözlerime öyle. ağlıyorum basbayağı ağlıyorum işte. gizleyecek gücüm kalmadı ibrahim. bekleyecek takatim de.

vakit tamam. bu benim ilk ve son vedam. kapansın bu yara, ölüm bizi bulmadan.



bundan sonrasının zordur izâhı,
dokunursam izi kalır
konuşursam âhı.





                                     

   *Ahmet Kaya, Veda Havası adlı parça çalınıyor..









7 Mart 2016 Pazartesi

Kuşlar






Hiç bilmediğimiz bir yerde hiç duymadığımız sesleri dinledik birlikte. Nereye gittiğini bilmediğimiz, nereye varacağını düşünmediğimiz kalabalık bir otobüsteydik. Ankara, çatık kaşlı ayaz günlerinden sıyrılmıştı. Adeta gülümsüyordu, ya da bana öyle geliyordu. İlk defaydı kalabalıktan bunalmayışım. İlk defaydı insanlardan kaçmayışım. Sayamadığım kadar sokaklar geçmiştik, hatta bir küçük bebek dahi sevmiştik. Biraz sonra durmuştu otobüs ve biz inmiştik.


Zar-zor inmiştik o malum durakta. Ben ona bakıyordum, o ise benden uzaklara. Bir anda gözleriyle gülümsedi, nasıl anlatılır bilmiyorumki.. Gözlerinden kuşlar havalandı bir anda sanki. Doksanlarca, yüzlerce kuşlar. "İşte!" dedi. "Haydi!"

*

Elimden tutup çekerken "uçuyorum" hissine kapıldım. Belki bundandı yemyeşil çimenlere uzanınca ancak ayıldım. Durak nerede kaldı, otobüs ne kadar yol aldı.. Farkına varamadım.


Konuşmadı uzunca bir süre. Belki bir kaç dakikaydı, belki daha fazlaydı. Bulutlar, ağır aksak geçiyordu gözlerimin önünden. Sırt üstü uzanmak dedim içimden, gökyüzüne bakmak için yaratılmış olmalıydı. Kulağıma çekirge sesleri geliyordu uzaklardan. Adını bilmediğim bir koku doluyordu ciğerlerime. Dedem karanfil çiğnerdi ben küçükken, sanki o kokuya benziyordu. Ya da..

Bir anda gözleri belirdi karşımda. İşaret parmağını dudaklarıma getirdi. 'Duyuyor musun?' dedi. Kalbimi mi, demek istedim. 'Kanat sesleri*' dedi, 'Geliyorlar, kuşlar..'


-

Sessizce yürüdük bir süre. Konuşmak istiyordum onunla ve konuşmak istediğim kadar susuyordum. Kanat sesleri demişti, neden duymuyordum.

Uzaklardan çocuk sesleri geliyordu. Arasıra cılız bir köpek havlıyordu. Rüzgar da hafiften yokluyordu. Güneş nöbeti devrediyordu geceye, kuşlar uçuyordu.

Biliyordum.
Kanat sesleri içimden geliyordu
ve bir tek o duyuyordu.

Kuşlar,
gözlerinden havalanıp
gözlerime konuyordu.






21 Şubat 2016 Pazar

Son Tren





tütün getir ibrahim, söyleyeceklerim var. dün sahildeki ayyaştan arakladığım şarabı da getir. ne küfür etmiştir arkamdan ihtiyar. olsun be ibrahim, dokunmaz babamın ettiği küfürler kadar. hah şöyle, harla petekleri. içimiz gibi yansın biraz da dışımız. gel otur ibrahim. söyleyeceklerim var.


ah ibrahim, sabahı olmak bilmiyor bazı gecelerin. türlü türlü dertler dağılıyor içimde. devriliyor çınarlar. ipini sıkı sıkıya bağladığım uçurtmalar, uzun zamandır yerlerinde yoklar. ibrahim, anlatsam..


ah ibrahim, uzat hele şu tütünü. anlatmakla azalır mı dertlerin bütünü.  azalmaz ibrahim. bakma öyle, anlatmayı istemez miyim.


sevmenin ibrahim, sevmenin yarası neden bu denli derin? bir gözleri var hatrımda, bir elleri ibrahim. varsın olmasın sabahı gecelerin.


doldur bir kadeh daha içelim. yok evde bekleyenimiz. son treni de kaçırdık zaten. gerçi bilet alacak para da yok ya. selam olsun son trene biletli yolculara.


sokak lambası yanmıyor. tramvay çok uzaktan geçiyor ibrahim. benim içimde anlayamadığım bir derdim.


ibrahim, bilsinler
bilsinler, ben çok sevdim.






16 Şubat 2016 Salı

İçimden Geldiği Gibi




İçimden geldiği gibi sevmek istiyorum seni. İçimden geldiği gibi dokunmak tenine ve dans etmek istiyorum seninle; sabahlara kadar süren o kırmızı tango gecelerinde. Mum ışıkları titresin istiyorum. Saçının gölgesi düşsün omuzlarına. Beni öpmek akşam kızıllığında, senin dudaklarına yakışsın istiyorum; en çok da senin dudaklarına.



İçimden geldiği gibi batsın istiyorum güneş. Ellerin ellerimde olsun mevsim kış olduğunda. Kahvem sen ol, kitabım sen ol istiyorum. İçimden geldiği gibi, koşmak istiyorum ilkbaharda. Yazdan kalma rüzgar nefesinle dokunsun bana. Avlumda koşup-duran çocuklar, gökyüzünde o sırra kadem basmış uçurtmalar, sen ol istiyorum.


Tüm sokakları sana çıksın bu şehrin. İçimden geldiği gibi yürümek istiyorum. Varsın sabahları olmasın gecelerin. Her gecenin sabahı sen ol istiyorum. Papatyalar olsun kahvaltı masalarında, taze demlenmiş ıhlamur kokuları yayılsın odalara. Kahvaltılar günaydınlara, günaydınlar sana çıksın istiyorum. İçimden geldiği gibi, sana uyumak, sana uyanmak istiyorum.


Sana yazılsın tümü şiirlerin. Seninle dolsun hepsi kadehlerin. Şairlerle oturup, meyler içmek istiyorum. Aşığın sazında, şairin sözünde ve her şeyin özünde sen ol istiyorum.



İçimden geldiği gibi, sen olmak istiyorum.






7 Şubat 2016 Pazar










ben gövdesine yenik dut ağacıyım
sen bal tutmuş badem ağacı
kuşlar konarlar
kuşlar uçarlar








30 Ocak 2016 Cumartesi

İyi ki.





Güneşin doğuşuna takılmıştı gözleri. Omzuma yaşlanmıştı. Nefesi bir fısıltıyı andırıyordu sanki. Daha önce hiç şahit olmadığım bir ezgi misali ılık rüzgarlar gibi değiyordu kulaklarıma. Neyi nasıl söylediyse, nelerden ne şekilde bahsettiyse hep masallara benzettim. Adını hiç duymadığım, hiç kulak misafiri olmadığım masallara. Her nefesi başka bir merak uyandırdı içimde, o sabah yasladığında başını omzuma..

**

Güneş, dedi. İyi ki var değil mi? Ya güneş doğmasaydı bu kadar güzel görebilir miydim gözlerini? Peki ellerin, dize olur muydu şiirlerime..

Dokunsan ağlayacak gibiyim derler ya hani, tam da öyleydim o an işte. Doğmasın istiyordum güneş. Ya doğduğunda vazgeçerse onu izlemekten. Vazgeçerse başını omzuma yaslamaktan. O adını bilmediğim masalları anlatmaktan vazgeçerse..

Bulutlar, dedi sonra. Olmayan uçurtmalara bahaneler sıraladı. Biliyordu hiç olmamıştı uçurtmalarım. Gökyüzüm olmamıştı. Biliyordu. Ve cümleler uçurtmalara takılınca susuyordu. Babamı sormuyordu hiç. Adını anmıyordu. Evet, dokunsa ağlayacak gibiydim ama o malum yaralarıma dokunmuyordu..

Güneş diyordu, iyi ki var degil mi? Bulutlar iyi ki varlar. Boynuma sokulmasından anlıyordum üşüdüğünü. Onunla üşüdüğüm kadar ısınıyordu içim. Ağladığım kadar gülüyordum. Ankara'da her sabah güneş onunla doğsun istiyordum. Adını hiç bilmediğim masalları anlatsın. Başını hep omzuma yaslasın istiyordum. Sanki benimle büyümüş gibiydi. Sanki düştüğümde onun da kanamıştı dizleri. Korktuğum sokaklarımdan sanki o da geçmemişti geceleri. Beni bu denli anlaması, olacak iş değildi. Hayret bir şeydi.

Yüzüme dokunduğunda aklı karışıyordu cümlelerin. Benim bildiğim her şey onun oluyordu. Benim dediklerim sanki hep onundu.



***


Güneş doğuyordu. Yavaşça doğruldu. Guneş, dedi.  İyi ki var degil mi?

İyi ki dedim, iyi ki..




28 Ocak 2016 Perşembe

Süreya






Şair değildi.
Ancak boğazına diziliyordu bir gerdanlık gibi
Söyleyemediği tüm sözleri.

*

Bir daha gelirsek dünyaya yaz Süreya'ya güzelinden bir kader.
Yaz ki,
Dokunmasın bu kadar dizeleri.





24 Ocak 2016 Pazar

Sır Gibi






Kimsenin bilmediği yerlerde
Kimselerin bilmedigi o malum sırlar misali;
Koyu siyah yalnızlığımda
Beyaz bir inci gibi


Saklıyorum seni.











9 Ocak 2016 Cumartesi

ah





ankara ibrahim, ankara soğudu. ayazı ellerimi yakıyor geceleri, sokakları benzemiyor benim bildiğim şehirlere. 

ibrahim, bu şehir benim değil. yabancı kaldırımları. lakin tanıdık geliyor sokak lambaları. kaldırımları bu şehrin, sanki bir başka tenha. sanki ibrahim, buz tutmuşlar baştan başa. 

ah ibrahim, ellerim ceplerimde yürümenin yine o malum hislerindeyim. acılar demleniyor ciğerlerimde. ayaz, soğuk bunlar hep bahane. benim içim başka ibrahim, benim içim başka. yollarım düşer mi gayrı aşka.

ibrahim. ben gideli çok oldu benim dediğim şehirlerden. ben gideli çok oldu kendimden.  tütünü bıraktım. şarapla karşılaşıyoruz bazı akşamlar. bazı köşe başlarında bekliyor bazı şaraplar. hani bir türküm vardı. haydi, derdik de söylerdik avaz avaz, unuttum be ibrahim. o türkü dahi, artık değil benim.