25 Kasım 2016 Cuma

Lacivert İstasyon






80li yıllardan biriydi sanırım. Mecburi tren yolculuklarının birinde tanışmıştı onunla. Türlü tesadüflerin sonucu degildi bu tanışıklık. Birkaç kez çarpışmamışlardı mesela. Aynı köşeleri aynı anda dönmemişlerdi. Geçmişte yolları hiç kesişmemişti.


Ankara Garı'ndan hareketli alelade bir trendi. Güneş ışıklarının yarı çekilmiş perdenin ardından sızdığı; tozlu, paslı bir vagondu. "Biraz önce inen yolcular taze simit yemiş olmalılar." diye geçirdi aklından. Susamlar dökülmüş, pas kokusunu bastıran taze simit kokusu tüm vagonu sarmıştı. Aç olduğunu hissetti. En son ne yediğini hatırlamak istedi, sonra vazgeçti. Saatine baktı. 8.15'i gösteriyordu.

Bir defter almıştı yanına, bir kalem ve bir de tren bileti. Saatini saymaz isek bunlardan ibaretti valizi. Gitmekle kalmanın son bulmayacağını elbet biliyordu. Pencereden, yağan karı izledi biraz. Trene binmişti ve düşüncelerinden kaçıyordu. Uzaklaştıkça düşünmeyeceğini, yanına almayınca hiçbir şeyi götürmeyeceğini sanıyordu. Yanılmak, ne acı gerçekti. Henüz bilmiyordu.

*

Lapa lapa yağan karın pencerede eriyor olmasına hüzünlendi biraz. Kar tanesinin orada kalmadığını buna rağmen yok olmanın fiziksel olmadığını düşündü. O esnada kompartımanın kapısı büyük bir gıcırtıyla aralandı. İçeri dolan soğuk rüzgar, ıslak ayaklarına değdiğinde anladı kapının açıldığını. İşte ilk kez o zaman görmüştü onu. Eldivenini çıkarıp elini uzattığında tanışmışlardı ilk defa. Elinin sıcaklığı, derin bakışlarıyla bütünleşince bıçak gibi kesmişti zehirli düşüncelerini. Güneşin sert ışıkları gözünü alıyordu. Yüzünü çok net seçemiyordu fakat sesini çok iyi duyuyordu.

Bu trene binmesinin, bu anı yaşamakla eşdeğer oluşunu; kader denilen ilahi yönün onu bambaşka bir yola koyuşunu yıllar sonra anlayacaktı.

-

Güneş ışığı tüm kompartımana dolmuştu. Taze simit kokusu ortadan kaybolmuştu. Uzaklardan çocuk sesleri geliyordu. Tren, heybetli bir gürültüyle karlı raylar üstünde hiç bilinmeyen bir yere gidiyordu.



(devamı gelecek.)




4 Kasım 2016 Cuma

Göğsümdeki Kuşlar






Yolunda giden şeyler ülkesinde yaşarım ben. Yolunda gitmeyen ne varsa sürgün ederim ülkemden. Bulut lekesi bulunmaz gökyüzümde, kuşlar dolup taşar şehirlerimden.

Türlü bahanelere tutunmam ben ve o bahanelerle tutulmam. Denize kıyısı olmayan şehirlerde oldum olası bulunmam. Sakindir kıyılarım zira alabildiğince mavidir denizler..

Çünkülerle bitirmem cümleleri ben çünkülerle başlarım. Kaçar misali giden olursa içimden, koşmam peşinden yavaşlarım.


*


Her sabah yeni bir kokuya uyanırım.
Her sabah yeniden dokunurum saksıdaki çiçeğe.
Serçe kuşlarım içimde uçar benim.
Gökyüzüm, görebildiği kadar gözlerimin.


Al kağıdı kalemi yaz dersen
Aç ağzını yum gözünü dersen
Geç karşısına aynanın
Uçsun dersen kuşların..

*

Gökteki kuşlara imrenir göğsümdeki kuşlar, yırtarım göğsümü de kanatlanıp uçmazlar. Serçe kuşlarım vefalıdır benim, doğdum doğalı göğsümde beslerim..