Güneşin doğuşuna takılmıştı gözleri. Omzuma yaşlanmıştı. Nefesi bir fısıltıyı andırıyordu sanki. Daha önce hiç şahit olmadığım bir ezgi misali ılık rüzgarlar gibi değiyordu kulaklarıma. Neyi nasıl söylediyse, nelerden ne şekilde bahsettiyse hep masallara benzettim. Adını hiç duymadığım, hiç kulak misafiri olmadığım masallara. Her nefesi başka bir merak uyandırdı içimde, o sabah yasladığında başını omzuma..
**
Güneş, dedi. İyi ki var değil mi? Ya güneş doğmasaydı bu kadar güzel görebilir miydim gözlerini? Peki ellerin, dize olur muydu şiirlerime..
Dokunsan ağlayacak gibiyim derler ya hani, tam da öyleydim o an işte. Doğmasın istiyordum güneş. Ya doğduğunda vazgeçerse onu izlemekten. Vazgeçerse başını omzuma yaslamaktan. O adını bilmediğim masalları anlatmaktan vazgeçerse..
Bulutlar, dedi sonra. Olmayan uçurtmalara bahaneler sıraladı. Biliyordu hiç olmamıştı uçurtmalarım. Gökyüzüm olmamıştı. Biliyordu. Ve cümleler uçurtmalara takılınca susuyordu. Babamı sormuyordu hiç. Adını anmıyordu. Evet, dokunsa ağlayacak gibiydim ama o malum yaralarıma dokunmuyordu..
Güneş diyordu, iyi ki var degil mi? Bulutlar iyi ki varlar. Boynuma sokulmasından anlıyordum üşüdüğünü. Onunla üşüdüğüm kadar ısınıyordu içim. Ağladığım kadar gülüyordum. Ankara'da her sabah güneş onunla doğsun istiyordum. Adını hiç bilmediğim masalları anlatsın. Başını hep omzuma yaslasın istiyordum. Sanki benimle büyümüş gibiydi. Sanki düştüğümde onun da kanamıştı dizleri. Korktuğum sokaklarımdan sanki o da geçmemişti geceleri. Beni bu denli anlaması, olacak iş değildi. Hayret bir şeydi.
Yüzüme dokunduğunda aklı karışıyordu cümlelerin. Benim bildiğim her şey onun oluyordu. Benim dediklerim sanki hep onundu.
***
Güneş doğuyordu. Yavaşça doğruldu. Guneş, dedi. İyi ki var degil mi?
İyi ki dedim, iyi ki..