Şairin dediği gibiydi her şey. Mevsim çiçekleri gibiydi gözleri. Çiçek çiçek bakmayı ondan öğrenmişti.
Aslına bakarsanız her şair biraz da ondan bahsetmişti. Her şiir biraz onunla başlamış, biraz da onunla bitmişti.
Çok olmamıştı ona aşık olalı. Bir sabah uyanmıştı ve işte hepsi bu kadardı. Sayısını bilemediği, adını duymadığı kitapları okumak gibiydi onu tanımak. Hiç izlemediği filmleri anımsamak gibiydi. Hayatı anlamlı kılmak dedikleri, tam da bu olsa gerekti. Söylemek istedi. Seviyorum dese yetmeyecekti. Bir şiire başlasa bitmeyecekti. İçi tıkabasa doluydu gözleriyle, nasıl dökecekti?
Önce Ümit Yaşar Oğuzcan'ı düşündü. Sonra ezbere bildiği şiirini, 'Milyon Kere Ayten'i..
"Sana uğramayan gemiler batsın!" dedi, "Senden geçmeyen trenler devrilsin.
Kapansın seni görmeyen gözler.
Seni, övmeyen diller kurusun!"
Dili tutulur gibiydi. Kendini bildi bileli ezberinde olan şiiri, neredeyse unutmak üzereydi. Kirpiklerine takılıyordu gözleri, kalbi göğüs kafesine sığmıyordu. 'Kirpiklerinin' diyordu, 'İmkanı yoktu rast-gele dizilmelerinin..' Kirpikleri birbirine değdikçe, uzuyordu dakikalar. Zaman, sancılı bir ağrı gibi geçmek bilmiyordu. Sonu geliyordu şiirin, sesi titriyordu. Sevmek bu kadar kolayken, söylemek neden bu denli zordu?
"Seni övmeyen diller kurusun!
İki kere iki, dört.
Elde var, sen!
Bundan böyle dünyada aşkın adı 'Sen' olsun."
Dedi ve yutkundu. Bundan sonrası herkesçe malumdu.