30 Eylül 2016 Cuma

bambaşka







biraz yangın,
biraz ağrı,
bir sen var içimde.
boğucu,
öfkeli,
öldürmeyen bir hastalık gibi..



bir babamı bilirim senden derin.
senin ağrın başka, 
bambaşka.






25 Eylül 2016 Pazar

Neyin şerefine?





Kalkıp gitsek seninle. Adını, yerini, mevsimini hiç bilmediğimiz bir yere. Otursak sahilde elimizde bir kaç şişe, içinde ne olursa. İnsanların sesleri çok uzaklardan duyulsa. Sadece 'yaşıyoruz' der gibi. Dalgası vursa ayaklarımıza denizin. Bazen sert, kimi zaman serin. Bir sessizlik alsa bizi koynuna, bir huzur. Ayın denizde titreyen ışığı aydınlatsa bizi. Hafiften bir ruzgar, sıcak sayılan kumlar. "Neyin şerefine?" diye sorsam sana açarken şişeyi. Gülümsesen yüzüme "çok küfür biliyorum da etmeyeceğim lan!" der gibi. 


Eskiden konuşmasak hiç, yarından bahsetmesek, bugünü anmasak, soru sormasak, cümle kurmasak. Hatta birbirimizi bile tanımasak. Sen sussan uzun uzun, ben sussam olabildiğince. Mümkünse bir kaç saat daha uzun sürsün o gece. Dinleyecek çok şeyimiz var içlerimizde. Kalkıp gitmediğimiz şehirlerimiz var, tutup kolundan "seviyorum ulan!" diyemediklerimiz. Etmediğimiz küfürlerimiz var, okkalıca atmadığımız tokatlar. Ağlamalarımız var içimizde tuttuğumuz. Kahkahalarımız var günü daha gelmemiş. Adımız var. Biz varız ulan. Bu simsiyah denize karşı biz varız. Sırtımızı dayamışız yokluğa, meyyalimiz hep olmazlara. Yok saysalar da varız. Sevmeseler de gitseler de varız. Sustuğumuz kadar, arta kaldığımız kadar varız. Biz de biliyoruz ezbere şiirler. Biz de okuyoruz o malum kitapları. Siz giderken biz dönüyoruz o sokakları. Sonra bir akşamüstü oturup kalıyoruz bir bankta. Derleyip toplamakta zorlanıyoruz içimizi. Karışmıyoruz etliye, sütlüye. Sevmedi diye hesap sormuyoruz kimseye. Derdimiz bizimle bizim. Bak biraz önce denize attığım boş şişede. 


Sen sus da ben dinleyeyim. Sen sus da ben öğreneyim. 

Yeni bir şişe açıyorum. Neyin şerefine? Neyin?











Bazı İnsanlar ile Ben





Bazı insanlar vardır konuşarak tastamam anlatırlar hislerini. Bazıları susarlar avaz avaz. Bazıları ağlarlar. Bense yazarım. Okunmayacağını bildiğim halde çok şey vardır yazdığım. Bir köşede ağlamaktan yazarım bazen. Bazen uçurtma uçuramamaktan. Bazen tutamadığım balıklardan yazarım. Bazen babamı yazarım. Bazen olmayışını, sözünde hiç durmayışını. Elbet, elbet yazarım.


Bir sokağın başından başlarım yazmaya. Karanlığından, rüzgarının ayazından, mevsimin kara kışından yazarım. Türlü türlü dertlerden sıyrıldıkça yazarım. Saat altıyı vurduğunda, henüz sabah olduğunda, sokak lambaları hala yanarken; tütünde duman usulca tüterken yazarım. Hangi şehrin hangi sokağıysa, hangi acının hangi son soluğuysa, hangi mevsimin en soğuğuysa yazarım. Ben, elbet yazarım.

*

Anlasınlar isterim okudukça. Her satırda anlasınlar. Her satır başında bana rastlasınlar isterim. Sokakları gibi olsunlar İstanbul'un. Balık ekmek olsunlar Eminönü'nde. Rakı olsunlar buğulu şişede. Arayıp bulsunlar da Kadıköy'de benimle yeniden doğsunlar isterim. Ben mi? Beklerim elbet.

Şairlerin dilini anlayalı çok oldu. Başıbozukluğu bundan sebep yazdıklarımın. Terazisi bozuk aşklar da bundandır ya hep. Ah Süreya, ah Attila. Nasıl da rastlaşmadık sizinle aklım almıyor hala.

*

Sorarsan bana acıdan mı yazarsın diye hep. Önce bir duraklarım, sonra yeniden yazarım elbet. Sen anlatsana biraz mesela bana kuşlardan bahset. Hani beyaz üzerine sarı, hani kuzgun, hani martı. Açtım-mı rüzgara karşı kanatları.. Bak buna yazılır işte. Hani yazarım dedim ya sana. Yazarken de sustuğum olur. Kimi zaman ah der susarım. Kimi zaman iz der susarım. İzi ve ahı olan, izahı olmayanlarda.. Ben mi? Susarım elbet.










23 Eylül 2016 Cuma

Esaslı Meseleler






Yazmak başından beri esaslı mesele. Olmuyor öyle hemen kağıdı kalemi almakla eline. Şimdi ben sana neyi anlatayım bilmiyorum. Ya da neyi anlatmayım? Neresinden tutup da çevireyim cümleleri nasıl devireyim bilmiyorum. En sevdiğim şairden mi konu açsam acaba? Ya da az önce geçtiğim sokaktan mı bahsetmeliyim sana? Bakkal veli amcaya getirsem mi lafı, hani sokağın başındaki hani kır saçlı? Ben sana sevdiğim şehirleri anlatsam ister misin? Mırıldansam dinler misin sevdiğim şarkıları? Otursak seninle bir sahil kasabasında, uzaklardan kuşlar havalansa, kanat seslerini duyunca sevinsek inceden gülümseyerek. İki çay söylesek, biri demli biri açık. Sevdiğim renkleri sıralasam. Ha unutmadan sevdiğim yemekleri. Domatesli, aci biberli.


Ya da en iyisi sorsam ben sana. Uçurtma uçurdun mu mesela? Koştun mu ciğerlerin yanana kadar? Büyüdün degil mi sen de, içim çocuk desen neye yarar? Gazoz içmeyi sever misin? Benden olsun bu kez. Gel, otur. Kıralım iki lafın belini başka türlü azalır mı dertlerin bütünü. Çocukluğumdan bahsedecegim sana. Tamamdır karar kıldım sonunda.


Genzime kaçan leblebi tozunu anımsadım birden. Yokuş aşağı giderken kırılan bisikletimi, kanayan dizlerimi, babamın bıçak misali sözlerini. Ne zaman çocukluğum gelse aklıma terazisi bozuk bir şair çıkar içimden. Neyi nereye koyacağını bilmeyen. O malum şiiri bir türlü bitiremeyen. Sonra küfürlerini duyarım babamın. Katran karası küfürlerini. Kaçmak isterim kendimden. Korkularımdan, yüzleşmekten, en çok da yenilmekten kaçmak isterim. Türlü türlü gecelerin, hep güzel sabahları olsun isterim.


Çocuktum ya hep hayal kurardım işte. Güneş olurdum bazen gecelerden korktuğum için. Şiir olurdum bazen küfürlere doyduğum icin. Bisiklet olurdum. Gemi olurdum. Kuş olurdum. Kendimden kaçmak icin kendimden başka ne varsa o olurdum işte. Susmak çare değildi de konuşmazdım pek de. E bilmiyorduk büyümeyi. Gün olur devran döner derlerdi. Gün oldu da devran pek dönmedi. Çile çektikçe bitmedi. Ben şimdi ne yazayım sana. Ucu-bucağı yok anlasana.


Birgün kayısı ağacına tırmanmıştık Fatma teyzeye inat. Bal gibi kayısı kokmuştu ellerim. Çok beddua ederdi Fatma teyze. Ama tutmazdı hiç nedense. Kağan'ın babası bisiklet aldı birgün. İki tur istedik vermedi. Bir topum vardı, kırmızı. Kestiler, sustum. Babam küfür etti her akşam sustum. Çocuktum ulan çocuktum.


Neyse. Ben sana en sevdigim şehirleri anlatayım mı ne dersin?




16 Eylül 2016 Cuma

Son Cümle





O gün bütün güzelliğini alıp gelmişti gülüşlerin yine...O güzel ağzın her hareketinde başkasını sevdiğini söylüyordu bana...Duymamaya çalıştım defalarca. İnatla inandırmaya çalıştım kendimi şaka yaptığına.. Oysa o gün o kafede seni sevdiğimi söyleyecektim aslında sana.. Kalbime bir türlü söz geçiremediğimi söyleyecektim..Sensizliğin yaptığı işkenceleri, hayallerinin uykumu çalışlarını gecelerimde.. O gün o kafede sımsıkı sarılacaktım sana. Önce titreyecektim biraz kızaracaktım da.. Kızmayacağını bilerek kızmandan korkacaktım. Dinleyip bakacaktın gözlerime.. En güzel yerinden bir parça gülüşünü verecektin tatlı niyetine.. İçtiğim en güzel çay olacaktı bardağımda duran çay.. Ama sen başkasını sevdiğini söylüyordun. O gün o kafede kaybettim senin için sakladığım son umudumu.. Öyle bir sızı yerleşti ki yüreğime.. Ve ben o gün o adını bilmediğim kafede söyleyemedim seni sevdiğimi.. Ben ki kaç kere deneyip yapamamıştım bunu.. Şimdi sana sorsam sen olsan benim yerimde?..




Sen mutluydun sevdiğini söylerken, hep öyle gülsün o bakmaya kıyamadığım gözlerin..  Nasibimi almıştım hayattan.. Senin için kurduğum son cümleydi o gün ÇEKİLİYORUM BU AŞKTAN..







Mart, 2010



 ( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07










attila ilhan-dan bi-şiir







Yangınlar yaraladı ruhumu,

Çok acılar biriktirdim,

Ama bu sitem sanadır

Aklımı firara vermişim zaten,
öyle bir küsüp gidişin vardı ki..
Umarsız.. Vefasız.. İnsafsız!
Sen şimdi gülüp eğlenmekte
mutlu bir bayramdasın nasıl olsa..
Hani her bende sen vardın da,
meğer hiçbir sende ben yokmuşum ya,
işte öyle bir şey...

Bende de biten... sevdanın son elvedasıdır bu satırlar..

Her bitiş yeni bir şiire gebe..

Nerden baksan kocaman bir hüzün bulutu,
nerden baksan yabancılık...
Nasıl yorumlarsan yorumla,
her dilde aynı sızıyı hatırlatır yalnızlık,
ve evlat acısı kadar koyar insana
‘aşkım’ sözcüğünden ayrılmak!


Neyse..




Nisan, 2010



 ( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07




YOK






Hiçbir şey yazasım yok bugün..
Yas tutasım da yok gidenin ardından, aslında hiç gelmemiş olmasını farketmeme üzülesim de yok..
Zararın neresinden dönersen kârdır diye kurtardığım kalbimin yeniden emeklemeye başlamasının sevinci de yok üzerimde..
Aşk yaftasını yapıştırarak bir hiçliğe bu kadar bağlandığıma şaşırasım da yok..
Ne başın sağolsun diyesim var kendime ne de canın sağolsun..
Mutlu değilim ama eskisi gibi ağrılarımda yok..
Sessiz ve acıtmadan yontuyorum kalbimdeki umutları..
İçinde O olmayanlar yeter diyorum..
Yükünü hafifletiyorum kalbimin, kendi yükümü hafifletiyorum kalbimle..
Derin nefesler alıp veriyorum..
Unutuyorum ben..
Evet, evet sonunda unutuyorum..
Hiçbir şey de yazasım yok diyorum yazarken..
Hani acır ama yiğitliğine zeval gelmesin diye yapma yapma gülümsersin ya, tam da öyle yontup attıklarımdan geriye kalanlar..
Aslında cok şey yazasım var ama yok diyorum..

*

Umut ve unut , bir harfle ayrılan iki kelime nasıl bu kadar bağlıyken birbirine ayrılık yüklüler anlamlarında?..
Soruyu sordum ama yazacak bir cevabım yok..








Mart, 2010



 ( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07





Bİ HAYAT







Bir hastane odasından
Tesadüfen tutundum hayata
Farkında değildim hiçbir şeyin
Şaşkın küçük ve güçsüzdü bedenim
Ağlamayı öğrenmeden kabullendim
Düşlerim oldu


Yürüdüm, düştüm


Çocukluk geçerken az önce çocuktum.
Genç olurken çocuk olduğumu öğrendim.
Arkamdaki çocuğa bakarken önümdeki genci göremedim.
Çok aceleye geldim.
Sonra genç oldum,
Karanlık bir sokakta vurdular beni
Cesedimi yağmur delik deşik ederken
Bir tek O vardı yanımda,
Hiç sevemediğim O küçük çocuk.
Ben öldüm,
O da öldü…
Yağmur bizi sessizce gömdü…






Mart, 2010







( eski blogtan, eskimden )
http://www.blogcu.com/kullanici/corpse07

2 Eylül 2016 Cuma

sen kal ölene kadar






şiir gibiydi, diye geçirirdi aklından. sanki kendini bildi bileli ezberindeydi. mıh gibi derlerdi ya hani, işte tam da öyleydi. özenle seçilmişti sanki. gözleri.. ulu orta anlatılmazdı. uzun uzadıya bakılmaz, bakmadan da durulmazdı. 


şiir gibi, diyordu onu soran olursa. saçlarına getirmezdi hiç lafı. bilirdi çünkü. saçlarını anlatsa şiirlere sığmazdı. gönlü kırılsın istemezdi şairlerin. tüm şiirleri denedi onu anlatabilmek için. tüm şiirler eksik kaldı. üzülecekti şairler, onu içinde saklamasaydı.


ellerini.. biraz başka severdi ellerini. devirin, derdi. devirin bütün şiirleri yeniden yazalım. anası olalım tüm şairlerin. hepsini yeniden doğuralım. kuşları yeniden bırakalım göğe. göğe bakmayı ilk biz bulalım. ellerini, başka türlü nasıl anlatayım.


kulaklarına değdiğinde sesi. susardı sevilen tüm şarkılar. kim, hangi şarkıyı sevdiyse; hangi kuş hangi tınıyla öttüyse, susardı işte.. serçe kuşları havalanırdı uzaklardan, duyulurdu kanat sesleri. bir dalga vururdu kıyıya. bir bebek yutkunurdu. anlatamazdı. ne söylese eksik olurdu.


bir gülüşü vardı ki. iç çektirirdi derinden. size ne! derdi, kalkardı yerinden. kıskanmak dedikleri zerresi etmezdi hislerinin. müptelası olmuştu yazılmamış şiirlerin. sonbaharı gibiydi İstanbul'un, kışı gibiydi Ankara'nın. aklını alıyordu yanında oluşu. aklı durmadan karışıyordu. ah, diyordu. yanındayken özlemek de ne oluyordu. 


kokusunu getirmeyen rüzgarlara dönmüyordu yüzünü. rüzgara ulan! küser miydi insan. küsüyordu. her nefeste onu çekiyordu içine. boynunda bir yer vardı bir tek o biliyordu. yüzünde bir gamze, bir tek o görüyordu. türlü şehirlerin, türlü türlü sokakları hep ona çıkıyordu. mumlarda o yanıyordu. şaraplarda o akıyordu. her renk ona benziyordu. her saat onda duruyordu.



soran olursa susuyordu. gittikçe susuyor. kaldıkça susuyor. içtikçe susuyordu.








"Tuna Velibaşoğlu - Sen Kal Ölene Kadar"
 parçası çalınıyor.