31 Mayıs 2015 Pazar

Unutma'lı




Bardak bardak.
Bir denizi boşaltmaktır,
Unutmak.


Benim bir sol omzum vardı.
Onun gözyaşları.
Bir de avuçları, kirpik dipleri, dudak uçları.



Ne zaman hatırlasam,
Ellerimle katlediyorum martıları.




28 Mayıs 2015 Perşembe

Bir His



Sen gözlerime baktığında derinden,
Üstüme başıma döküldü kirpiklerim.
İçime kokunu çektiğimden beridir,
Bolca şarap ve biraz şiir gibiyim.


Ben ki;
Artık iki kişiyim.
Birisi seni her an bırakıp gittiğim,
Öbürü seni gülüşünden tutup sevdiğim..


O sarhoş olmak dedikleri bana yetmiyor şimdi.
İçimde delice bir his..
Anlatılmaz.
Çünkü bazı şeylerin,
İzi ve ahı olur,
İzahı olmaz.










27 Mayıs 2015 Çarşamba

Çok




Olur da;

Günün herhangi bir vaktinde,

Bulunduğun herhangi bir yerde, 

Aniden,

İnce ve keskin bir sızı gibi

Hatırlarsan beni.



Anla ki çok özlüyorum seni..






25 Mayıs 2015 Pazartesi

Bir Veda.



Bir veda devriliyordu aşkın takvimine. Anılar, o kahkaha dolu anılar doluyordu eski püskü valizlere. Zaman geçmekle yükümlü olduğunu unutmuştu sanki. Hava yağmura durmuş, bulutlar güneşi tutmuştu. Kuşlar, bir kara matemde susmuştu. Şehrin soğuk rüzgarları dudaklarını kurutuyordu son kez.  Ağzında dağılıyordu kelimeler, bir türlü 'Elveda' diyemiyordu. Gitmek istedikçe kalmaya meylediyor ve kalmak istedikçe gitmeye geç kalıyordu. 

Biliyordu. Giderken onu yanında götürecek, kendini de orada bırakacaktı. Otobüsün geri manevrasında tutuklu kalacaktı. 

Elini tutmayı geçirdi aklından. Tutarsa yanacaktı. Kokusunu düşündü. Bir onsuzluğa kaç nefes yeterdi? Kokusunu duymak neden tüm çiçeklere bedeldi? Gülüşüne nasıl veda edecekti? Peki günler, gülüşü olmadan nasıl geçecekti? 

Saatine baktı, vakit tamamdı.. Avaz avaz susmuşken, kirli bir kelime düştü dudaklarından. Giderken ona bıraktığı tek şey, zehirli bir "Hoşça kal" dı. 


Kim gitti, kim kaldı? Hiç bir zaman anlaşılamadı.



Sorusal



Neden girmişti işin içine?
Ya da neden çıkamıyordu?
İşin içinden çıkmak neden bu kadar zordu?


Kim düşmandı ya da kim dosttu?
Her şey nasıl bu kadar birbirine karışıyordu?


Sokaklarının çıkmazlara meyledişi nedendi?


Peki bu güneş, ne demeye doğuyordu her sabah?
Kuşlar neden susmuyordu cıvıl cıvıl?
Solacağı belli olan çiçek, neden açıyordu?



Bilmiyordu.

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Mesele



Çıkıp gelmelerin neresindedir tam olarak zor oluşu? Sevmelerin en zayıf hali değil midir gururlu duruşu? Özlemek, nasıl da kötü biri? Beklemek, ne büyük sabır işi?

-

Aşık olmak; bir iskân ve bir ikamet meselesidir.
İnsan dediğin; duracağı aşkı ve kalacağı kalbi bilmelidir.

-

Mesela ben, serçe parmağından öpmesiz nasıl aşık olunur bilmem. Gülüşünü sevmezsem gözünün içini  bir türlü güldüremem. Pamuk şeker kokusu sarmazsa sokakları, bulutlar yağmura durmazsa, yağmur tam da bana yağmazsa..Olmaz işte, aşık olamam ben.

 Tüm umutlarım, o'nlu zamanların olduğunda; gerçek o'yken, düşlerim istisnasız o'na vardığında, bulutlara uzanıp o'na dokunduğumda.. O zaman işte, en güzel aşık ben olurum. Ferhat'ın gözünde Şirin'in değerini, Mecnun'un içinde Leyla'nın yerini bulurum.


Aşık olmak, kelimelerin kifayetsiz olduğu yerde durur.  
Beklemek, özlemeye kavuştuğunda
Büyü bozulur..
Gurur, aşkı sırtından vurur.


19 Mayıs 2015 Salı

Güzel Günlerin Şairi



Şair olacaksam bir gün,
Güzel günlerin şairi olmalıyım.
Her şiir planladığım gibi gitmeli,
Sonlar hep 'kavuşmalar'la bitmeli.

Ben şair olacaksam bir gün;
Benden başka kimse kırmamalı iki lafın belini,
Kuşlara uzanmamalı cellatların kanlı elleri.

Ben şair olmalıysam,
Uçurtmalar bulutlara takıldığında,
Akide şekeri kalmalı boğazımda.
Öyle bir şiir yazmalıyım ki yazmaktan korkmalı kalem,
Her kelimemle gökten bir yıldız düşmeli,
Mürekkepler kalemlere küsmeli.

Ben şair olacaksam bir gün;
Güzel günlerin şairi olmalıyım.
Eksilerek dolmalı,
Kaybolarak bulmalıyım.


..






Bu şiir, benim acım.

Bu mürekkep, benim kanım.

Oğlumu ne zaman öpsem,

Alnıma sakalları batacak babamın.












16 Mayıs 2015 Cumartesi

Bir Ân.


Güneş doğmak üzereydi o uyurken. Kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düşmüştü. Sayıklar gibi bir şeyler mırıldanmış, sonra yavaşça yüzünü güneşe dönmüştü.

 Onu uyurken seyretmek, huzurları giyinip kuşanmaya benziyordu. Gündüzleri durmadan uzuyor, geceleri onu izlemeye yetmiyordu. Bir türlü karar veremiyordu. Güneşin doğuşu mu daha güzeldi ufukta? Yoksa onun aldığı nefes mi yanı başında? Hangisini izlemeliydi, hangisinden vazgeçmeliydi bir an dahi olsa?

Dokunmak istiyordu saçlarına. Saçları, ılık rüzgarlara gebeydi sanki. Göz kapakları, gözlerinin örtüsü; kirpikleri, gözlerinin süsüydü. "Bir göz bir yüze, bir yüz bir sevgiliye ancak bu kadar yakışabilirdi." diye düşündü.

Tenindeki kokunun müptelası olmuştu. Anlam veremiyordu. Böylesine başını döndüren bu koku, nasıl çiçek misali hafif olurdu? Bir çiçeğin kokusuyla böyle zil-zurna nasıl sarhoş olunurdu?

Dudakları, bir aşk şiirini henüz bitirmiş gibiydi. Biraz kıvraktı, biraz da ıslak. Gülüşünü hayal etti. "Uyansa da.." dedi. "Uyansa da yine kahkahalar atsak.."

Gözleri...

-

Güneş doğmak da acele etmişti. Bir bebek misali esneyerek araladı gözlerini. Elleri, hemen gözlerine gitmişti.

-

Onu uyanıkken izlemek, çok güzeldi.
Onu uyurken izlemek, çok daha güzeldi.
Ve öyle bir an vardı ki;
Onu uyanırken izlemek.

İşte o an; her şeye değerdi.

Bir Garip Deve


Yavru deve annesine sormuş: "Anne neden bizim ayaklarımız bu kadar büyük?"
Anne cevap vermiş: "Çölde kuma batmamak için."
Yavru deve tekrar sormuş: "Peki kirpiklerimiz neden bu kadar gür."
Anne tekrar cevap vermiş: "Çölde kum fırtınaları çıktığında gözlerimize kum kaçmasın diye."
Merakını yatıştıramayan yavru deve tekrar sormuş: "Neden hörgüçlerimiz var?"
Anne tekrar sabırla yanıtlamış: "Çölde uzun süre susuz kalabilmemiz için."
Sonunda yavru deve dayanamamış ve sormuş: " Peki o zaman bizim hayvanat bahçesinde ne işimiz var?"


Haydi bakalım,  ayıklayalım mı şimdi taşın içinden pirinçleri?
Hangimiz tam da olmak istediği yerde ki? Üç buçuk atan çok, dört dörtlük olan yok.

Yaşamak dedikleri, on ikiden vuramamak değil mi? Her gün yeni bir ok, yıllar geçse de tek isabet yok.

İnsan dediğin; en baştan, hep baştan denesin. Yavru deveden farklı olanlar, gelsin kaleye mum diksin. 

14 Mayıs 2015 Perşembe

Elalem Ne Der?


Sen bu kafayla böyle burnunun dikine devam et.
Hadi mi oradan diye soran olacaktır elbet.

Elalem ne der? Ama'sı büyük keder.
Bırak artık düşünme, artık yeter!

...Bal yapanlar çiçeklere konuyor baksana, kuzucuklar taze çimen arıyor. Şen kahkahalı çocuklar, masum oyunlarını oynuyor. Sokaklar senin geçmeni bekliyor...

Elalem ne der? Duymazdan gel, boşver.
Torba değil ki ağızları büzesin.
Değersiz misin niye kendini üzesin?
Sen var olduğun kadar güzelsin.
Elbet kendine yetersin.

Elalem ne mi der?  Sen dinlersen eğer, ağzına geleni söyler.
Önce canına okur, yetinmez bir de kefenini dokur.
Sen ne söylersen söyle, fayda etmez. O yine gider bildiğini okur.
 Kendi konuşur durur, sana ne diyeceğini unutturur.

Elalem ne der? Aman be güzelim boşver.
Onlardan gelecek iyilik, gidip az ötede gebersin.
Sen tek başına, hepsine yetersin.
Elalem ne derse desin..
Sen kendin olabildikçe güzelsin.


12 Mayıs 2015 Salı

Kimsin?


Şairin dediği gibiydi sanki;
"Baktım gülüşünden güzel şiir olur, sevdim gitti.."
Seni düşünürken gülmek en çok bana yakışıyor şimdi.
Öyle yerli-yersiz öylesine sebepsiz gülmek; adını koyamadığım huzurların, lezzetli yağmurları gibi ıslatıyor bedenimi.

-

Şimdiler de eşsiz bir keyif oluyorsun içimde, kuytularıma dokunuyorsun.
Küçük ayaklı, haylaz çocuklar gibi içimde koşup oynuyorsun.
Bazen gökyüzü gibi duruyor, bazen kuşlar misali uçuyorsun.
Seni her gördüğümde damla damla içime doluyorsun.

-

Resmine ne zaman dokunsa gözlerim sanki ömrü uzuyor kelebeklerin. 
Sesini ne zaman duysam sığmıyor içime içim.
Gidelim diyorum, tut elimden gidelim..
Gökyüzü denizim olsun bulutlar yelkenim.
Sen sadece benim ol, ben sadece senin.

-

Çünkü ben;
Dokunsan ağlayacak gibiyim, 
Gitsen çıldıracak,
ve sanki sevsen yetmeyeceğim.
Kendi içimde senli bir bilmeceyim.

Kimsin? 
Neyimsin?
Ne zaman bileceğim?





Ayten

Ne zaman İstiklâl'de yürüsem,
Markiz Pastanesi düşer aklıma,
Sonra Ayten'i düşünürüm.
Ellerim ceplerime gider, gözlerim uzaklara dalar ve içime bir 'Ümit Yaşar Oğuzcan' dolar.


Ne zaman içine girsem; gözlerim Ayten'i arar.
Ne yediğimin anlamı kalır bana, ne o an yaşadığımın.
Acaba hangisindeydi masaların?
Acaba Ayten'i nasıl vurdular?

-

Ben pek çok şiiri bilirim ezbere. Pek çok aşka şahit olurum şiirlerle. Ama şairin dediği gibi çok başkadır Ayten'in yeri..

"...Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim,
Ayten'i övecekseniz,
Ne âlâ oturabilirsiniz..."

-

Ne zaman İstiklâl'e düşse yolum, kendimi Markiz Pastanesi'nde bulurum.
Zaman durur, herkes kaybolur.

Ben ezbere bildiğim şiiri okurum,
Ayten başkasının olur,
Şair sevdiğini vurur..

Tam da o an düşünürüm.
Ayten bilseydi bu kadar sevildiğini,
Bilseydi "Milyon Kere Ayten" şiirini,
Kirletir miydi başkasına giderek yüreğini?

Şair olmanın gereği miydi kavuşamamak?
Ayten'e mi özgüydü şiir olmak?

-

Ne zaman Markiz Pastanesi'ne düşse yolum, 'Ümit Yaşar Oğuzcan'  olurum.
Önce Ayten'e aşık olurum.
Sonra da O'nu vururum.

Biri


Biri gelse şimdi, bana bilmediğim masallar anlatsa.
Sabahları gecelerden yırtıp ayırsa.
Biri gelse de,
Işıkları yaksa.

Biri gelse yanıma,
Yatağımdan hayaletleri kovsa,
Yerlerine masallar koysa.

Biri gelse,
Başımı omzuna yaslasam.
Sussam,
Hiç konuşmasam..

Kalbim atsa,
Aldığım nefesten içimi anlasa.

Tam da şimdi.
Gelse biri.

7 Mayıs 2015 Perşembe

Düştü



Uçmak lazım oldu.

Kanatlarımı takındım.

İki çırptım,

Martının kanadına takıldım.

Sendeledim,

Buluta düştüm.

Gerçek değildim,

Düştüm.

Martı bana kızdı,

Ben de buluta küstüm.





6 Mayıs 2015 Çarşamba

Geçmişini Arayan Adam.


Her yeni gün güzelliklere gebe değil miydi özünde? Yarından korkmanın zehri genzini neden yakıyordu?

Çiçeklenen ağaçlar neden bal tadında huzur müjdelemiyordu artık? Ilık rüzgarlar neden lezzetli kokular sunmuyordu?

Unutmak insana özgüyken neden en çok da o unutamıyordu? Neden her ağladığında hapsoluyordu çocukluğunun içine? Zamanın duvarlarına çarpmak neyi anlamlı kılıyordu geçmişinde? Jilet kesiği acıları ne anlıyordu gün yüzüne çıkmaktan? Adını koyamadığı korkuları, huzurları gölgelemekten ne anlıyordu?

Öfke nöbetleri tutuyordu ruhu, yüreğinin cepleri oynayamadığı oyunlarla doluydu. Uçurmadığı uçurtmalar her ağladığında karşısında dururdu.

-

İçinde birike duran çaresizliği düşünüyordu o sabah. Yarı karanlık sokakta kısa adımlar atarak ilerliyordu. Saat altıyı vurmuştu, sokak ışıkları hala yanıyordu.
Yağmur henüz dinmişti. Bu yüzdendi taze biçilmiş çimen kokusu. Dalgaların sesleri martıları uyandırıyordu ve rüzgarın armonisine karışıyordu martıların çığırtkan günaydınları. Sanki günlerdir yürüyordu.


O gecenin diğerlerinden farklı olduğunu biliyordu. Aklına gelmeyen tek şey vazgeçmekti. Çünkü duyuyordu. Geçmişinin duvarları bir başka kütürdüyordu. Beyninin zulalarını yokladı. Cevaplarına sorular arıyordu. Bulamadıkça güneş doğuyor, bulamadıkça güneş batıyordu.



4 Mayıs 2015 Pazartesi

Haydi.



Haydi kalk gidelim uçurtma olup uçmaya. Haydi, gidelim kuş olup da kanatlanmaya. Bisiklete binelim olmadı, adalardan rüzgara karşı.

Haydi kalk da kayısı ağaçlarına tırmanalım Fatma teyzeye inat. Bal gibi kayısı kokalım akşama kadar. Tozu dumana katalım saklambaç oyunlarında.

Sen kalk biz pamuk şeker alalım Orhan amcadan. Ağzımıza yüzümüze bulayalım yapış yapış.
Olmazsa top oynayalım koşmaktan ciğerlerimiz yanana kadar.

Haydi kalk, sen mızıkçı ol. Küsüp barışalım umarsızca.

Deden gazoz alsın bize gofretle. Sevinçten koşarken kırayım şişesini eskisi gibi. Ağlayayım da ‘Bi sen iç, bi ben.’ de bana.

  Haydi hayaller kuralım yeniden. Tutunalım sokakların ışıklarına, akşam olurken ağlayalım beraber. Koşarken yorulalım. Dondurma boğazımızı şişirince anlasın annemiz gizlice yediğimizi. Meyveleri yıkamadan yiyelim de hiç yaralar çıkmasın ağzımızda.

Haydi Kalk.

 Kağan’ın babası bisiklet almış, gidip bir tur isteyelim. İsteyelim de vermesin. ‘Önümüze gelene bir tekme!’ atmadan bitirmeyelim Çarşamba akşamlarını.

 Sen kalk da çizgi film izleyelim bizim televizyonda. Sen Jetgiller diye ağla, ben Bugs Bunny diye. Günler yine parlasın ellerimizde. Güneş yeniden doğsun gözlerimizde.

Haydi kalk, elbet bulunur çaresi. Uçurtmalarımızı yırtsınlar, topumuzu kessinler olmadı bisikletimize binsinler.

Sen kalk. Kalk.



Eylül



Eylülün nasıl da başkadır şiirlerde yeri.

Bazen düşünürüm; şair mi olmalı yoksa şiir mi kalmalı insan. Hangisi daha fazla layık olmaktır Eylüle?
Salaş sonbaharlara ne denli çekidüzen verir Eylül? Ortalığa dökülen yaprakları nasıl da şiirlere süpürür? Mevsim sonbahara döndüğünde nedendir Eylülün şairlere mesken oluşu? Takvimler Eylülde bekledikçe neden tadı bir başka olur şiirlerin? Sonbahar yağmurlarıyla nasıl olur da sağanak sağanak Eylül yağar şiirlere?

Şiir olmak mı daha yeğdir şair kalmak mı? Hangisi en’idir hayatın? Hangisi daha’dır diğerinin yanında? Şair olmadan şiir, şiir olmadan şair olunur mu acaba?
Peki Eylül, nerededir? Şair mi olmak da, şiir mi kalmak da?

Düşünürüm de çıkamam işin içinden..
Şair olsam Eylülde şiir yazmak,
Şiir olsam Eylülde yazılmış olmak,
Ve ben aşk olsam Eylülde yaşanmış olmak isterim.

Bunu bilir, bildiğim gibi söylerim.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Günaydının Sabahı


Bir sabah en keyifli günaydınlarla uyanmaya başladığını hatırladı. En karanlık geceler tek bir günaydınla silinip gitmişti adeta. Bir gülümseme, tek bir kelimeye buncasına güzelliği nasıl sığdırabilirdi? Hayret bir şeydi.

"Bir günaydın." diye düşündü. "Bir sabaha hiç yakışmamıştı bu kadar?"  Günaydın diyemedi karşısında. Alışık değildi ki güneşin odasında doğmasına. Rüya dese değildi, gerçek olmak için de fazla enfesti. Kalbini hissediyordu, göğüs kafesinin duvarlarında hırpalıyordu kendini. Küçük bir serçenin kalbi gibi atıyordu pıtır pıtır. 'Uyanmak, sadece uyanmış olmak mutlu edebilir miydi bir insanı?' Taze demlenmiş çay kokusu sinmişti odasına, güneş ışıkları eskimiş perdeyi yırtıyordu adeta. Aydınlık, çay bardağından tüm odaya yansıyordu. Gözlüğünü ararken kuş seslerini fark etti. Onlar hiç bir sabah böyle ötmemişlerdi. Acaba daha önce hiç ötmüşler miydi? Doğrulup kalktığında ilk adımını atan bir bebek gibi hissetti kendini. "Şey.." dedi. "İlk adımı nasıl atıyorduk?"

Gözlüğünü taktığında yerli yerine oturdu her şey. Masa her zamanki yerindeydi. Çayın kokusu, onun kokusuna karışmıştı. Taze çiçekler gibi kokuyordu. Gülümsemesi mi daha güzeldi, saçlarının omzuna dökülüşü mü? Hangisini seyretmeliydi uzun uzun. Düşünceleri 'ellerine' gitmesin diye gayret ediyordu. Elleri.. Hayret bir şeydi.

Düşünceleri bıçak gibi kesilmişti. O, bir şarkı mırıldanıyordu masadaki papatyaları kırık vazoya yerleştirirken. Sanki kuşlar eşlik ediyordu ılık rüzgarlarla. Kuşları kıskanmadan edemedi. 'Ne kadar da lezzetliydi dudaklarında sözler' diye geçirdi aklından. Dinledikçe derine, en derine çekiyordu ruhunu.

"Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam
Yoluna adadım ömrümü ben sensiz olamam."

Bir ses, bunca gürültüye tek başına yeterdi. Günler nice güzel sabahlara gebeydi onunla. Nice güzel kahvaltılar bekliyordu sırada.  Yapılacak çok şey, görülecek çok yer vardı.
Ona yaklaştıkça artıyordu kokusu. Adım atmak hiç bu kadar anlamlı olmamıştı o küçücük odasında. Sarıldı çiçekleri düzeltirken arkasından. Kokusundan yeşeriyordu sanki ciğerleri, içine doluyordu tüm ilk bahar çiçekleri. "Günaydın" dedi.

-

Zaman nasıl geçebilirdi? Saatler nasıl bitirebilirdi ömür denilen mesafeyi? Güneş nasıl vazgeçerdi doğmaktan? Nehirler nasıl durabilirdi akmadan? Olmazdı.

Aşk var oldukça dünya son bulmazdı.