"Öyle bir aşk ki.." dedi. "Şairleri öldürür, şiirleri kirletir."
"Tütünü çıkar" dedi. "Şarabı getir!"
Rüzgarın tiz ıslıkları koyu bir ayrılığın habercisiydi sanki. Kahverengi kutusundan çıkarırken tütünü ürperdiğimi hissettim. Şaraplar kadehe dolduğunda, eski tütün usul usul yandığında, bu gecenin yağmurlu kör karanlığında bir ayrılığı daha öğrenecektim. Oysa şarabı çok severdim. Tütün yandıkça her ateş söner derdim. O gece farklıydı, o gece hiç hiçbir şey yolunda gitmedi ibrahim.
Ah! çekti derinden. Sanki çınarlar sökülüyordu içinden, sehpalar devriliyordu. Bilmiyordum ibrahim, bilmiyordum öfkesi kaç yanardağ ediyordu? O kahrolası öfkesi aşkını boyuna örseliyordu. Dilim dönmedi üç-beş cümleyi devirmeye, elim gitmedi şaraba, ateş aramadım tütüne. Hiçbir şey yerli yerinde değildi o gece. Sanki hep gelip geçtiğimiz yollar bildiğimiz yerlere çıkmıyordu. Sanki defalarca okuduğumuz kitaplar aynı sonla bitmiyordu. Hani bardağın boş tarafı hep boştu ya. Hani doluya koysan almaz da boşa koysan dolmazdı ya. Hani ak akçeler yaramazdı ya kara günlerde hiçbir işe. Bunlardan sebepti işte.
Ah! diyordu. Sonra uzunca susuyordu. Zihninin oyunlarına kanıyordu her zaman. Saklambaç oyunlarının en gözde körebesi oluyordu. En çok kendini ararken en çok kendi kayboluyordu. Aşk mıydı bu?
Ta içindeydi zehir zıkkım gibi. Atsa atamaz çekip vursa yapamazdı.
O gece ilk kez böyle görmüştüm gözlerini. "Ağlat beni!" der gibiydi. "Ağlat ki öfkem boşalsın gözlerimden, ağlat ki geleyim üstesinden!"
Bazı sözleri hançer gibiydi. "Dostum" dedi. "Sen iyi bilirdin aldatılmayı.."
Bilirdim elbet. Bilirdim de anlatılmazdı.
"Bu yaranın melhemi yok!" desem olmaz.
"Öfken hiç dinmeyecek!" desem olmaz.
Kağıt kesiği bir acı, nasıl anlatılır?
Anlatılmaz. Ben sustukça o bağırıyordu avaz avaz.
"Şimdi!" diyordu. "Şimdi olmalıydı Süreya, yazmalıydı bir şiir daha.." Olacak şey değildi ya, olsun istiyordu.
Gözlerindeki acı, şarabın kırmızına yansıyordu.
Bir yudumda aşk, bir yudumda acı.
Şarabın tadı mayhoş,
Biz körkütük sarhoş..