31 Temmuz 2016 Pazar

sana lüzum olmayaydı





Baba!
anlatsana nasıl bu kadar yorgun olduğumu, 
anlatsana neden bu kadar dik durduğumu..
bağzı gecelerin yıllarca nasıl sürdüğünü anlatsana onlara.


anlatsana nasıl da korkak olduğumu,
sen öksürünce dâhi korktuğumu,
saklandığım kapıların ardını,
attığın sokakların adını,
vurduğun tokatların tadını anlatsana..

baba susmasana!

anlatsana korkunca gözlerimi sımsıkı kapayışımı,
küçücük ellerimle küçücük yüzümü kollayışımı,
dizlerimin üzerine çöküp de sen gidince ağlayışımı,
anlatsana baba..


hâlâ içimde yankılanan seslerini,
hâlâ oyuncaklara giden ellerimi anlatsana,
anlatsana hâlâ ağlarken kendimi gizleyişimi.
kalbime taktığın çengel iğnelerini her ân hissedişimi anlatsana!


*

en çok da şeyi anlatsana baba..
hani koşup bacağına sarılınca
ensemden tutup da silkeleyişini.
o ân, ağlamaya dâhi kalmayan nefesimi.
Anlat be baba.. bilsinler.

“Nasıl bir çocuktun?” diye soruyorlar bana.
sen anlatsana onlara.



Baba! Susmasana.






29 Temmuz 2016 Cuma

bitti kitap






Gel hadi gidelim,
Hani o adını şiirlerde duyduğumuz şehirlere

Hadi gel


Hani trenlere binmek isterdin hani vapurlara
Yolcu olalım derdin, yol neresi olursa
Hadi gel
Tadı kalmadı şarabın
Bitti kitap
Gidelim


*

Güneş önümüzde doğsun
Ardımızı görmeyelim.
Döneriz sansınlar

Biz hiç dönmeyelim.



19 Temmuz 2016 Salı

Tütün ve Şarap






"Öyle bir aşk ki.." dedi. "Şairleri öldürür, şiirleri kirletir."
"Tütünü çıkar" dedi. "Şarabı getir!"


Rüzgarın tiz ıslıkları koyu bir ayrılığın habercisiydi sanki. Kahverengi kutusundan çıkarırken tütünü ürperdiğimi hissettim. Şaraplar kadehe dolduğunda, eski tütün usul usul yandığında, bu gecenin yağmurlu kör karanlığında bir ayrılığı daha öğrenecektim. Oysa şarabı çok severdim. Tütün yandıkça her ateş söner derdim. O gece farklıydı, o gece hiç hiçbir şey yolunda gitmedi ibrahim.

Ah! çekti derinden. Sanki çınarlar sökülüyordu içinden, sehpalar devriliyordu. Bilmiyordum ibrahim, bilmiyordum öfkesi kaç yanardağ ediyordu? O kahrolası öfkesi aşkını boyuna örseliyordu. Dilim dönmedi üç-beş cümleyi devirmeye, elim gitmedi şaraba, ateş aramadım tütüne. Hiçbir şey yerli yerinde değildi o gece. Sanki hep gelip geçtiğimiz yollar bildiğimiz yerlere çıkmıyordu. Sanki defalarca okuduğumuz kitaplar aynı sonla bitmiyordu. Hani bardağın boş tarafı hep boştu ya. Hani doluya koysan almaz da boşa koysan dolmazdı ya. Hani ak akçeler yaramazdı ya kara günlerde hiçbir işe. Bunlardan sebepti işte.
Ah! diyordu. Sonra uzunca susuyordu. Zihninin oyunlarına kanıyordu her zaman. Saklambaç oyunlarının en gözde körebesi oluyordu. En çok kendini ararken en çok kendi kayboluyordu. Aşk mıydı bu?

Ta içindeydi zehir zıkkım gibi. Atsa atamaz çekip vursa yapamazdı.

O gece ilk kez böyle görmüştüm gözlerini. "Ağlat beni!" der gibiydi. "Ağlat ki öfkem boşalsın gözlerimden, ağlat ki geleyim üstesinden!"

Bazı sözleri hançer gibiydi. "Dostum" dedi. "Sen iyi bilirdin aldatılmayı.."

Bilirdim elbet. Bilirdim de anlatılmazdı.
"Bu yaranın melhemi yok!" desem olmaz.
"Öfken hiç dinmeyecek!" desem olmaz.
Kağıt kesiği bir acı, nasıl anlatılır?
Anlatılmaz. Ben sustukça o bağırıyordu avaz avaz.

"Şimdi!" diyordu. "Şimdi olmalıydı Süreya, yazmalıydı bir şiir daha.." Olacak şey değildi ya, olsun istiyordu.


Gözlerindeki acı, şarabın kırmızına yansıyordu.
Bir yudumda aşk, bir yudumda acı.




Şarabın tadı mayhoş,
Biz körkütük sarhoş..