19 Mart 2017 Pazar

Lacivert İstasyon (II. Bölüm)





Pencerenin buğusunu sildi yamalı ceketinin epey yıpranmış dirseğiyle. Kompartımanın içine hapsolmuş gibi hissetti bir an. Kulaklarında uğulduyordu rayların tiz sesi. Devasa bir gürültü oluyordu sanki, giderek büyüyordu. Zihnini sarıyor oluşuna engel olmaya gücü yetmedi. Belki de böylesi uğultu kendini dinlemekten daha yeğdi.



Bir duvara çivi çakar gibi bu kompartımanın dışında, hiç bilmediği, gidip görmediği bir yerde sabitlemek istiyordu zihnini. Mıhlanıp kalmak istiyordu sonsuza dek. Kendi kalabalığında tek başına kalmak, herkes de her şey de sadece kendisi olmak istiyordu.



Büyüyünce ne olmak istersin diye sorsalardı gençliğinde, yeni doğmuş bir bebek olmak isterdi belki de. Unuttum diyebilmenin, hatırlamıyor olmanın birtakım sızılara faydasız olduğunu bilyordu elbet. "Yeni doğmuş bir bebek, ne muhteşem bir buluş!" diye geçirdi aklından. Tanrıya teşekkür etti bu harikulade buluş için. Dua etmeyi bilmezdi. İstemekle var edilmeyeceğini, inanmakla yok olunmayacağını epey zaman önce öğrenmişti. Tanrıyla olan bağı teşekkürlerden ibaretti. Gökyüzünün mavi oluşuna teşekkür etmişti bir keresinde. Bir keresinde de güneşin ses çıkartmadan doğuyor oluşuna. Bir uçurtma için teşekkür etmişti küçük bir çocukken sonra bir ağaca takılmıştı uçurtma. Teşekkür etmek için acele etmemesi gerektiğini o gün öğrenmişti. O bilmiyordu ama bunu Tanrı öğretmişti. Ne zaman hatırlasa o günü hep böyle geçirirdi zihninden.

Pencerenin buğusu ceketinin kolunu ıslatmıştı adamakıllı. Üşümek ile irkilmek arası bir hisle kompartımana döndü. Karşısında oturuyor oluşuna ve son bir saattir aynı anda tutuklu kalmış olmasına kaşlarını çatarak şaşırdı.



Penceredeki su buğusuna baktı önce. Sonra ıslanan koluna. Yanında oluşuna inanmak istercesine bir kez daha ona baktı.



Bir trene binmek ile o trenden inmek aynı anda olamazdı. Gitmekle kalmanın son bulmadığını gitmeden anlayamazdı.