İsimsiz bir şehrin kış mevsimiydi. Vakit, tam da sıcacık bir salebi yudumlamak gibiydi. Salep kokusunu çekerken içime havanın kararmalı olduğunu fark ediyordum buğulu pencerenin önünde.
Sokak lambası yanıyordu cılız bir ışıkla, bir yanıp bir sönüyordu kar taneleri o cansız ışıkta.. Çocukların neşeli çığlıklarından mahrumdu kaldırımlar. Şehir, kimsesizlik kadar tenhaydı. Huzur bu kez çocukların şen kahkahalarında değil, rüzgarın keskin çığlığındaydı.
Nedense şair olmayı geçiriyordum aklımdan. Attila İlhan'ı, Ümit Yaşar Oğuzcan'ı.. Onların zihinlerinde gezmek istiyor, daha kağıtlara dökülmeden dokunmak istiyordum mısralarına. Bir şairin ilk şiirini, ben duymak istiyordum ilk defa.
Kalp atışlarımı hızlandıran bu düşüncelerle zamanı unutmuşken, köşe başında bir ihtiyar görünmüştü.
Omuzlarındaki karlara takılmıştı gözüm.
Ağır aksak yürüyüşü tarifi olmayan bir huzur veriyordu bana. O, bir şeyler mırıldanıyordu yürürken, ben genzimi yakan tarçın kokusunu hissediyordum.
..
Hangi mevsimdeyiz diye sorsalardı bana, kış demeye dilim varmazdı çünkü o akşam içim sıcacıktı. Adını koyamadığım bir huzurun sarhoşu olmuştu ruhum. Akreple yelkovanın aktini bozuyor, ezbere bildiğim o şiiri okuyordum. Zaman yoktu ama ben yaşıyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder