Her ışıkta büyüyen, çimlenen, demlenen gözlerime sordum bu sabah.
Hangi sevincin parıldayan davasını güttünüz? Hangi yokluktan kendinizi var ettiniz? Hangi tekleri çift, hangi aşkları zilli telli zurnalı ettiniz de geldiniz?
-
Sırtındaki ölülerin kirlerini keseliyordu gözlerim. Sorularıma verdiği cevaplar umarsızlıktan öte değildi.
-
Yenidendi sabah. Onlar içindi bir kez daha!
Çoktan başlamışlardı gözlerim. Başkalarından arta kalan huzur tortularını ceplerine doldurmaya başlamışlardı daha gün ağarmadan. Zaman bir şeyler mırıldanıyorlardı.
" Bollukta zorlukta uyandırıyorum sizi ışıklara
Ölüm sizi kapalı kılana kadar uyandırıyorum." diyordu. Ve öte yandan ölüm kulak kabartıyordu ellerini oğuşturarak.
Her yeni gün tanığı oluyordum gözlerimin. Zaman ile gözlerim arasında pazarlıksız bir değiş tokuş olurdu. Dün gördüklerine karşılık henüz göremedikleri.. Hangisi daha ucuza giderdi anlam veremedim hiçbir zaman. Durup üzerine düşünmeye fırsat vermezdi kaderin apansız çelmeleri. Her çelme de daha da derine düşüyordum. Zamanın canıma okumasına pek ala izin verir olmuştum. 'Yaşamak' adı altında imanımı gevretiyordu geçen her saniye.
-
Ve bir sabah, gün doğmaya ramak kala.
Ruhumun tam ortasında patlak vermişti huzur. Gözlerimin o güne kadar hiçbir gökyüzünde görmediği ateş böcekleri dolmuştu kirpiklerime. Gözlerimin hatırına birden bire dün geldi. Zamanın bana biçtiği role çivilenip kalışımı sorgulamaktan alamıyordum yine zihnimi. Ama bu sefer iş başkalaşmıştı. İçimde birike duran zayıflıkların yerini kavramıştım.
Gözlerim, kütürdeyen sözlerini tokat gibi vuruyordu zamanın yüzüne. Huzur, ateş böcekleriyle doluyordu göğsüme. Gözlerim dünleri unutuyor, film şeritleri yanıyordu.
Ne dehşetli zevkti ruhumun zamana başkaldırışı.
-
Gözlerim gözleriyle buluştu. Aşık olmuştum. Kendi zamanımla hesabı kapatmış, onun zamanında kendimi bulmuştum. Bu sabahtı. Ateş böceği, kuş olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder